Saçlarımı sağ omuzumda toplayıp, başımı Calum'un çıplak göğsüne yasladım.
Kolunu omuzumun arkasından atmış, vücudumu sarmıştı. Bir bacağım onun bacaklarının arasında duruyordu ve üzerimizde benim yorganım vardı. Odamdaki tek pencere hala açıktı ve ikimiz de saatler ilerledikçe karanlıkla beraber çöken gecenin esintisinin perdeyi nasıl hülyalı hareketlerle odamın içinde dalgalandırdığını seyrediyorduk. Calum arada sırada başımın üzerine minik öpücükler bırakıyor, turuncu, dümdüz olan saçlarımı parmağına dolamadığı zamanlarda usulca okşuyordu.
İçimde garip bir mutluluk vardı. Son zamanlarda yaşadığım her şey bu mutluluğumun arasından sinsi bir zehir gibi akmaya çalışıp, hissettiğim saflığı kirletmeye çalışsa bile başarısız oluyordu. Calum'un nefesleriyle uyumlu olarak yükselip alçalan çıplak göğsünü, kulağımın altındaki kalbinin ritimlerini, parmak ucumla dakikalardan beridir hayali daireler çizdiğim nemli kavruk tenini hissediyor olmak beni gerçek dünyanın sorunlarından sıyırmıştı.
Kendimi bambaşka hissediyordum. Her şeyden önce onun yanındayken artık daha rahat, çok daha şeffaftım. Birlikte perdenin havalanıp yeniden eski haline dönüşünü sessizlikle seyretsek bile düşüncelerimizin bu yönde olduğundan emindim. Az önce sonsuz bir tutku ve sevgiyle birbirimizin damarlarına karışmıştık ve düşüncelerimizi öğrenebilmek için kelimelerin sınırlarından tamamiyle kurtulmuştuk.
Calum'un avucu omuzumun kenarını nazikçe kavradı. Yumuşak avuç içi tenimin üzerini kapatmışken göz kapaklarım da her an ağırlaşmak üzere gibi hissediyordum. Fakat kendime uyumayı yasakladım. Bu anın hiçbir saniyesini kaçırmak istemiyordum. Güneş doğduğunda ikimiz de sınırlarımıza geri dönecektik ve en azından o zamana kadar, onunla birlikte yeni, sıcak ve sonsuz hissetmeye ihtiyacım vardı.
Başını yastığımdan hafifçe kaldırıp bana baktığını hissettim. Benim başım ise hala onun göğsüne yaslıydı. Kıpırdandığını hissetmeme rağmen kaldırmamıştım. Muhtemelen Calum uyuyup uyumadığımı anlamaya çalışıyordu. Çünkü ikimiz de çok sessizdik ve başımı göğsüne yasladığımdan beri hareket ettiğim söylenemezdi. Onun sıcak vücuduyla benimkinin arasında hiçbir mesafe yoktu ve üzerimizde bizi birbirimizden uzak hissettirecek herhangi bir kat da yoktu. Tamamen çıplaktık.
Göğsü tamamen havalanıp, başımı kaldırmamı sağladığında onun küçük, kahverengi sıcak badem gözleriyle gözlerim buluştu. Kirpiklerimi şaşkınca ve ne olduğunu anlamaya çalışırcasına kırpıştırdığımı görünce minik bir tebessüm dolgun dudaklarında yer edindi. Başımı yastığıma yaslamamı sağlarken kendisi dirseğinin üzerinde doğrulup yan döndü ve bana yukarıdan bakmaya başladı. Yastığın üzerine dağılan düz saçlarımda parmakları geziniyordu.
"Çok sessiz duruyordun. Uyudun sandım," diye mırıldandı yavaşça. Sesi pes ve çok daha derinden geliyordu. Kalp atış hızlarım henüz normale dönmüşken onları yeniden seyrinden uzaklaştıracak kadar etkileyiciydi.
Başımı hayır anlamında yavaşça iki yana salladım. Bu tepkiyi benden ilk kez görmüyor olmasına rağmen o içten, göğsümü kavuracak tebessümüyle yüzümü büyük bir dikkatle inceliyordu. Kahverengi gözleri turuncu kirpiklerimde, burnumun ve elmacık kemiklerimin üzerine hafifçe serpiştirilmiş çillerimde, açık kalması için içten içe savaş verdiğim göz kapaklarımda, burnumda ve dudaklarımda bir süre dolaştı. Şu bakışlarının ne kadar güzel olduğunu betimleyebilmemin bir yolu yoktu.
"Hemen gitmeyeceksin, değil mi?" diye sordum. Bu öylesine bir soru değildi benim için ve cevap da beklemiyordum. Sadece... gitmesini istemediğimi nedense bu şekilde dile getirmek gelmişti içimden.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
You Belong With Me || hood
Fanfic"İkisi de konuşmuyordu. Ama ilk andan beri aralarında sözcükleri gereksiz kılan çok iyi bir iletişim kurulmuştu."