"Keşke biraz daha kalsaydın."
Calum'la ikimizin evinin tam ortasında, kaldırımın üzerinde duruyorduk. Yağmur duralı çok olmuştu. Yani... en azından şu anda yağmıyordu fakat siyahlara bürünmüş gökyüzünde hala yağmur yüklü bulutlar vardı. Etraftaki yoğun, temiz toprak ve kış kokusu; dışarının serinliğiyle birleşince bana bambaşka bir yere adım atmış olduğumu hissettiriyordu.
"İsterdim," başım ayakkabılarıma eğilmişken gülümsedim. Sırt çantamın kayışlarına asılmıştım. "Ama saat geç oldu. Yarın okul var."
Bakışlarım onda olmasa bile Calum'un alaycı bir gülümseme takındığından emindim. "Gerçek dünyaya bu kadar çabuk dönmeyi istemezdim," dedi derin bir ses tonuyla.
Bir şey söylemek için dudaklarım aralandı ama kelime dağarcığımdaki tüm sözcükler bir anda anlamlarını yitirmiş gibi ortalıktan uçup gittiler. Bomboş zihnimle öylece kalakaldım. Mahalledeki sessizlik, çığırından çıkmış kalp atışlarımın ve aklımdaki boş sözcük karmaşasının yarattığı uğultuyu daha net duymama neden oluyordu. Bunun pek de iyi hissettirdiğini söyleyemezdim doğrusu.
Hemen yan evinde oturuyor olmama rağmen beni bırakmakta ısrar etmişti. Ben de bir şey söylemedim. Çünkü Calum, ısrar etmekte bile ısrarcıymış gibi davranıyordu ve evlerinin kapısının önünde bir süre sonra bu ayaküstü tartışma baş edemeyeceğimiz kör bir noktaya denk geldi. Pes edip benimle yürümesini kabul ettim.
Adımlarımız sürdükçe evimin ön bahçesine biraz daha yaklaşıyorduk. Üstüne siyah şişme montunu almıştı. Elleri kotunun ceplerinde, yanımda yürüyordu. Benim ellerim de sırt çantamın siyah kayışlarını canım pahasına sarmıştı. Sanki ikimizin de ellerimizi birbirimizden uzak tutmaya çalışıyormuşuz gibi bir hali vardı.
Öpüştüğümüze hala inanamıyordum. Gerçi Calum'un evine adım attığımdan beri gerçekleşen hiçbir şeye inanamıyordum. Her şey rüya gibi hissettirmişti. Şöminenin önünde yan yana oturup birkaç bölüm dizi izlememizden, öpüştüğümüz ana kadar her şey çok fazla gerçek dışıydı. Dudaklarımdaki sıcaklığı yerini koruyor olmasına rağmen hala inanmakta zorluk çekiyordum.
Sanırım Cassie'ye anlattığımda alacağım tepkiye kadar da pek inanamayacaktım.
Evimin önündeki posta kutusunun dibinde durduğumuzda başımı ayakkabılarımdan kaldırabilecek cesareti zar zor bulabilmiştim. Calum ise hala sessizliğini koruyordu. Şu anda aklından neler geçiyordu, cidden merak ediyordum. Hem de öyle böyle değil. Sormak için can atsam bile öteki yanım sormamam gerektiğini söylüyordu ve öteki yanıma katılmayı seçtim. Şu anda sormak pek doğru sayılmazdı. En azından benim için.
"Her şey için çok teşekkür ederim. Gerçekten... harika vakit geçirdim."
"Gerçekten mi?"
Başımı yavaşça salladıktan hemen sonra gülümsedim. "Gerçekten."
Gülümsememe eşlik etti. Aslında ikimizin de söylemek istedikleri olduğu çok belliydi. Ben kendiminkileri biliyordum -net olmasa da genel bağlamda biliyordum- ama kendimi konuşabilecek kadar cesaretli hissetmediğimden suskundum. Calum da sanki ben konuşmadığım için bazı şeylerden bahsedemiyormuş gibi görünüyordu.
Aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi kapatırken göz ucuyla evimizin pencerelerini kontrol ettim. Hiçbir ışık yanmıyordu. Perdeler sabah bıraktığım gibi sonuna kadar kapalıydı, durduğum yerden arka odaları görmem mümkün değildi ama annemin garaj yolundaki arabasını kontrol edip henüz eve gelip gelmediğini anlayabilirdim ki; gelmemişti. Araba orada yoktu.
Yüzümün aniden asılmasına engel olmaya çalıştım. Anneme her ne kadar kızgın olursam olayım, değiştiremediğim, canımı yakan bir gerçek vardı ortada.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
You Belong With Me || hood
Fanfiction"İkisi de konuşmuyordu. Ama ilk andan beri aralarında sözcükleri gereksiz kılan çok iyi bir iletişim kurulmuştu."