Calum evlerinin kapısını açtığında, yağmur hızını giderek arttırmıştı. Islanmıştım, vücudumun bazı bölgelerinde yağmurluğumun kamufle etmekte yetersiz kalmıştı. Yüzüm, paketleri tutan ellerim ve saçlarımın bir kısmı sırılsıklam olmuştu. Sabah okula gitmek için evden çıktığımda yağmurlu bir günde olmadığımızdan emindim. Gün içerisinde de hava soğuk olmasına rağmen, gökyüzünde hiç gri bulut yoktu. Fakat Cassie ile alışveriş merkezinin büyük, abartılı ışıklandırmalarla süslenilmiş binasından çıktıktan sonra birden yağmur indirmişti ve sadece ikimiz değil, kasabada o saatlerde dışarıda olan herkes buna hazırlıksız yakalanmıştı.
Calum kapıyı açınca mahcup bir şekilde gülümsedim. Dışarısı soğuktu, ben ıslanmıştım ama yanaklarımdaki kızarıklık bedenime yayılan sıcak heyecanın en büyük kanıtıydı. Turuncu saç tutamlarımın ucundan damlalar yuvarlanırken kot salopet tulumum nemlenip ağırlaşmıştı.
"Siktir," dedi Calum kendine engel olamadan. Ağzından çıkan küfürlü tepkiye pişman olduğu için aynısını yeniden yaptı. "Siktir, öyle söylemek istemedim. Ama sırılsıklam olmuşsun..." dışarıda yağan yağmurun farkına ben evden içeri adım attığım zaman varmış gibi şaşkındı.
Beni dirseğimden tutup nazikçe içeri aldı. Islak oldukları için ayakkabılarımı dışarıda çıkartmak istemiştim. Çamura falan basmışlığım yoktu ama sonuçta ön verandaya çıkmadan önce çimlerin üstüne basıp geçmek zorunda kalmıştım. Evin parkeleri dışarının ıslaklığından ve kirinden nasibini alsın istemezdim. Ama Calum bunu önemsemedi bile. Elim boş olsun istemediğimden gelirken aldığım atıştırmalıklarla dolu, şimdiyse ıslanıp buruşmuş kese kağıtlarını antrenin parke zeminine bıraktım.
"Tanrım," Calum yağmur damlaları dökülen saçlarıma baktı, ıslak yüzüme ve biraz da nemlenmiş kıyafetlerime. "Neden sadece gelip seni almamı istemedin ki? Islanmazdın."
"Ben iyiyi—"
"Gel hadi."
Yine bileğimden kavradı. Çekiştiriyor gibi değildi ama evlerinin içinde yürürken beni de peşinden sürüklüyordu. Normalde böyle olmasından nefret ederdim. Biriyle kol kola girip yolda yürümek ya da bileğimden tutulup beni sürüklemeleri gibi tüm o diğer şeylerden hoşlanmıyordum. Sıkılıyormuş gibiydim.
Calum'da nefret ettiğim çoğu şeyler sadece... normal hareketlere dönüşüyordu bir anda. Gözüme artık nefret ediyormuşum gibi gelmiyordu. O anda verilen tepkilermiş gibi geliyordu.
Evleri çok sadeydi. Eşyaların tamamında bir retro havası vardı. Evin duvarları -en azından alt katta gördüğüm kadarıyla- kum beji rengine boyanmıştı ve duvarların bazı kısımlarında siyah çerçevelerle çevrelenmiş aile fotoğrafları vardı. Aynı Viktorya stili evler olmasına rağmen Calum'un evindeki mutfak bizimkine göre daha büyük görünüyordu. Bunun, onların mutfağında yemek masası olmadığından kaynaklandığını fark ettim çünkü Calum beni nereye olduğunu bilmediğim bir yere peşinden sürüklerken, ayrı bir yemek odasına sahip olduklarını gördüm. Bizim evde yemek odasının yerini annem resim yapmak için kapatmıştı. Yemek masası da mutfağın köşesindeydi. Bizim evde her şey çok daha renkliydi, daha fazla desen ve daha fazla aydınlık gösteren dizaynlar, ışıklandırmalar... Calum'un evi ise sade, koyu renk ağırlıklı ve özellikle aydınlık olmaması için tasarlanmış retro yapılar vardı.
Calum'un annesiyle benim annemin tanıştıklarında asla anlaşamayacaklarını o zaman fark etmiştim. Muhtemelen her iki kadın da birbirlerinin evlerine gittiklerinde dizayndan sıkılacaktı. Calum'un annesi bizim evi fazla cıvıl cıvıl, benim annem de burayı fazla... karanlık ve bunaltıcı bulacaktı.
Ama kabul etmem gerekiyordu ki; Calum'un annesi dizayn işlerinden gerçekten de anlayan bir kadınmış. Çünkü bu kadar az eşya, minimalist bir düzenleme ve koyu renklerle bunu ortaya çıkarmak zor olmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
You Belong With Me || hood
Fanfiction"İkisi de konuşmuyordu. Ama ilk andan beri aralarında sözcükleri gereksiz kılan çok iyi bir iletişim kurulmuştu."