Perşembe gününü arka bahçemizdeki oturma takımlarına, omzuma bir şal atarak oturmuş ödevlerimi yapmakla geçirmiştim. Öğlen eve geldiğimde doğru düzgün yemek bile yemek istememiştim. Yalnızca geçen gün annemle yaptığımız market alışverişinden kalma kiloluk dondurma kutusunu kucağıma alıp, Merlin'in eski sezonlarını yayınlayan bir kanal bulduktan sonra saatlerce dondurma eşliğinde tembellik yapmıştım.
Sıkıcı geçmiş bir okul gününün ardından yapılabilecek en iyi şeydi belki de.
Bölüm bittiğinde, kiloluk dondurma kutusunun neredeyse yarısına gelmiştim. Artık soğukluğundan hem dilim hem de damağım buz tutmuş, uyuşmuştu. Turuncu dümdüz saçlarımı başımın üzerinde her tarafından ayrı bir tutam salınan dağınık bir topuz yaptıktan sonra aynanın karşısına geçmiştim. Düşündüğüm tek bir şey vardı.
Bu saç modellerini neden sadece evde yapmayı başarabiliyordum?
Çünkü okulda yaptıklarım genellikle doğal olmasına özen göstermeme ya da gerçekten rastgele bir kalem yardımıyla tutturuyor olmama rağmen böyle güzel olmuyorlardı. Bazen Cassie saçlarımla oynamak ister, sonucunda tamamını bildiği örgü modellerinden birini uygulamasıyla biterdi.
Üstü gömlek, altı şort ve koyu lacivert rengi olan pijama takımımla ödevlerimi alıp ev botlarımı giyerek bahçeye çıkmıştım. O zaman telefonumdaki saatin kaç olduğunu kontrol ettiğimde 14.36 olduğunu görmüştüm.
Calum'un evini sessizlik bastırmıştı.
Ama dikkatimi toplamaya çalıştım. Bunu sürekli düşünüp kendi kendimi yoramazdım. Doğru gelmiyordu. Onun kendi hayatı vardı ve... benim de kendi hayatım. Üstelik sadece iki elin parmak sayısını geçmeyecek kadar bir sayıda oturup ciddi ciddi sohbet edebilmiştik. Kalanları hep... ayaküstü yapılan sohbetlerdi. Günaydın ya da iyi geceler gibi pencereden pencereye söylenilen ufak dilekler de mevcuttu tabii.
Her neyse. Şu an gerçekten de ödevlerimi yapmaya ihtiyacım vardı.
Odaklanmam kolay olmadı. Özellikle bahçemiz, bizim evimizle onların evi arasında kalan bir bölgedeydi ve bunu ayıran tek şey bizim evin çitleriydi.
Kimyadan verilmiş otuz sayfalık ödevin, on sayfalık kısmını bitirdiğime bile hala aklımdaydı. Bütün o karşılaşmalarımız, pencereden pencereye bakışmalarımız, okulda bana gülümsemesi, yanlışlıkla onların kapısının önüne bırakılan kargomuzu bana uzatırken birbirine değen parmak uçlarımız, ilk karşılaşmamızda bana saçlarımı sevdiğimi söylemesi... ve, dolabın içinde birlikte tıkışıp kaldığımız o an.
Tanrım. Hatırladıkça yanaklarımın ısınıp kızarmasını bir türlü engelleyemiyordum. Damarlarımda akan kanla birlikte yoğun miktarda dolaşmakta olan adrenalin yüzünden alnımda oluşan ter damlacıklarını eliyle sildiği anda teninin tenime onun isteğiyle değmiş olduğu gerçeğini aklımdan silip atamıyordum.
Calum Hood gerçekten de başımı döndürüyordu.
Kendimi aptal gibi hissediyordum. Odaklanmak istediğim hiçbir şeye son zamanlarda odaklanamıyordum. Cassie böyle zamanlarda oje sürmemi önerirdi. Kafasını toplayamadığı her seferinde oje sürmenin Cassie'yi rahatlattığını ve aklındaki düşüncelerin büyük bir kısmından kurtulmasını sağladığını söylerdi.
Ben de Cassie'ye güvenip odama çıkmıştım. Makyaj masamın üzerindeki oje kutusuna bir süre göz gezdirdim. Karar vermenin çok zor olduğundan falan değildi. Bordo, elektrik mavisine benzer bir renk, siyah ve birkaç tane de nude dediğimiz saf tonlardaki açık renk ojem vardı.
Benim elim nedensizce siyaha gitmişti.
Sonra tekrar aşağıya, bahçeye indim. Oturma takımının üzerine bıraktığım şalı tekrar bedenime sararken aklıma içeriden çay almak geldiği için mutfağa dönüp, tekrar bahçeye çıkmıştım. Ödevimden birkaç sayfa daha çözmeye çalıştım. Çok iyi bildiğimden emin olmama rağmen, elementleri birleştirirken her seferinde lanet olasıca karbonun dört bağ yapmak zorunda olduğunu unutmaya ya da kafamın içinin bulandığını hissetmeye başladığımda kalemi kitabın üzerine bıraktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
You Belong With Me || hood
Fanfiction"İkisi de konuşmuyordu. Ama ilk andan beri aralarında sözcükleri gereksiz kılan çok iyi bir iletişim kurulmuştu."