Bölüm 20

2.3K 203 24
                                    

"Pastadan bir çatal bile almamışsın."

Cassie'nin sesini duyduğum sırada kendimi çok büyük bir konstantrasyon ile tarih ödevimi yapmaya adamıştım. Kalemi elimden bırakmadan başımı kaldırıp, karşımda kendi ödevini yapan en yakın arkadaşıma baktığımda; gözlerinde endişe olduğunu gördüm.

Bu aralar herkes bana fazlasıyla endişe dolu bakışlarla bakıyordu. Alnımda benim için endişelenmek için en doğru zaman falan yazdığından şüphelenmeye başlamıştım. Hayatım hakkında hiçbir şey bilmeyen insanlar bile bana endişe duyarak bakıyormuş gibi hissediyordum. Zorunluluk dışında konuşmadığım annem dahil olmak üzere, Cassie ile ev ortamında buluşmak istemediğimiz zamanlarda kasabada zaman geçirmeyi çok sevdiğimiz bir mekan olan Charlie's Coffee & Bakery'deki çalışanlara kadar; herkes.

Kimseye dertlerinin ne olduğunu soramıyor olmaksa canımı gerçekten çok sıkıyordu. Zaten hayatım için bana sıkıntı olmuş bütün problemlerim üstüme çullanmışken bir de üstüne üstlük insanların bana tuhaf bir yüz ifadesiyle bakıyor olmalarına şahit olmak katlanabileceğim türden bir şey değildi. Elimden gelse kendimi tüm gün odama kapatabilirdim. Yatağımın içinde de çürürdüm, böylece ortada bir problem kalmazdı.

Okul çıkışında Cassie ile birlikte Charlie's Coffee & Bakery'e gelip, takılmaya karar vermiştik. Ama bu eğleneceğimiz anlamına gelen türde bir takılma değildi. Ders çalışıp, ödevlerimizi bitirecektik. Sınavlarımız her an başlayabilirdi ve lisenin son yılı tahmin ettiğimden çok daha yoğun, bir o kadar da hızlı geçiyordu.

İkimiz beraber yemek için bir dilim yabanmersinli pasta ısmarlamıştık. Cassie, pastanın yanında içmek için latte sipariş etmişti ama benim ona kıyasla çok daha sert bir şeylere ihtiyacım olduğunu düşündüğümden sert ve şekersiz, koyu bir filtre kahve almıştım.

Buraya her geldiğimizde oturduğumuz masaya oturmuştuk ve siparişlerimizi almak için yanımıza gelen Maddi, bize fazla iyi kızlar olduğumuzu söyleyip gözlerini devirerek not defterine bir şeyler karaladıktan sonra mutfağa gitmişti. Birkaç dakika sonra da büyük, yuvarlak kahverengi tepsinin üzerine hazırladığı siparişlerimizle yanımıza gelip, servislerimi açmıştı.

O andan itibaren sesimin çıktığını hatırlamıyordum. Çok dalgındım ve sürekli bir şeyler hakkında düşünüyordum. Hem de hiç durmadan. Bir yerden sonra zavallı beynimin kendini kapatacağından korkuyor olsam bile, bu son zamanlarda engel olabildiğim bir şey değildi. Sıklıkla bana endişe veren ve anksiyetemi baş edebileceğimden çok daha üst bir seviyeye taşıyan şeyleri zihnimde döndürüp dolaştırıyordum.

Bununla ne elde ediyordum? Hiç. Koskocaman bir hiç. Kendime zarar vermekten ve zihnimi yıpratıp, ruhumu çürütmekten başka, hiçbir şey.

"Hey," dedi Cassie. Elini yüzümün önünde sallayıp, dikkatimi ona vermemi sağladı. "Yarım saattir seninle konuşuyorum ama sanırım kalkıp şu boş duvara bir şeyler anlatsam daha iyi."

Hayali bir şekilde başımı iki yana salladıktan sonra en yakın arkadaşıma yeniden baktım. İkimizin de önümüzde sayfalar dolusu yapılmayı bekleyen tarih ödevlerimiz duruyordu. Geldiğimizden beri konuşan tek kişi Cassie olmasına rağmen, çoktan yirmi ikinci sayfaya yaklaşmıştı. Ağzını bıçak açmayan ben ise henüz on ikinci sayfanın en başındaydım. Sözde ödevlerimi erkenden bitirip, eve gittiğimde uzay geometrisine çalışmaya başlayacaktım ama bu gidişle planlarımın hepsi yarıda kalacaktı.

"Affedersin, ödeve dalmıştım da."

"İyi görünmüyorsun."

Yalan söylememe gerek yoktu. Gerçekten de iyi görünmediğimi biliyordum ve... bunu inkar etmek ne işime yarayacaktı ki? Cassie, bu dünyada beni en iyi tanıyan insanlardan biriydi. Yalan söyleme girişiminde bulunsam bile asla inanmazdı.

You Belong With Me || hoodHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin