Okula gitmek için evden çıkarken sokak kapısını usulca kapattım. Bugün annemin ders programına göre okula öğle saatlerinde gideceğini hatırlıyordum, tabii, bulaşacak birileri ya da herhangi bir önemli randevusu yoksa. Okula gitmediği sabahlarda uyumak isteyeceğini düşündüğümden dolayı sessiz davranmıştım.
Buna değer miydi? Bize, ailemize, babama, bana ve en çok da kendine yaptığı o büyük saygısızlıktan sonra hâlâ onu düşünmeye devam etmek... tüm bunlara değer miydi bilmiyordum.
Anneme kızgındım. Ona gerçekten daha önce hiç bu kadar kızgın olduğumu hatırlamıyordum. Onunla tartışmamız olmamıştı ki. Babamı ve beni aldattığını, hepimize bir yıl boyunca profesyonel olarak yalan söylediğini kendi gözlerimle görene dek onu gerçekten çok iyi tanıyor olduğuma inanıyordum. Sonuçta o benim annemdi ve tekti. Ondan bir tane daha yoktu.
Hâlâ benim için tekti. Yaptıkları ne kadar ağırıma gitse de, beni ne kadar üzse de ve gerçekleri öğrendiği zaman babamın ne kadar üzüleceğini hayal dahi edemesem de Arlene Willow benim annemdi. Dünyanın neresinde olursam olayım bu asla değiştiremeyeceğim bir gerçekti.
Bugüne kadar onlardan vazgeçsem ebeveynlerim olarak kimi seçerdim diye düşünmek aklımın ucundan bile geçmemişken, kavganın ilk hararetinde annemin annem olmasını istemediğimi hatırladığımda yüreğim burkuldu. Mümkün müydü bilmiyordum ama kalbim bedenimin içinde aklımdaki bu düşüncenin ağırlığıyla ikiye bükülmüştü sanki. Aynı anda hem annemden vazgeçmemek istiyordum hem de onun annem olduğu gerçeğine katlanamıyordum.
Böyle olacağını düşünmemiştim. Ebeveynlerimden birinin diğerini aldatabileceği ihtimali... yüzdelik dilimlerle bile ifade edilemezdi. Çünkü yoktu. Onlar birbirlerini seviyorlardı. Ben bu dünyaya gözlerimi açmadan önce de birbirlerini seviyorlardı, ben bir şeyler görmeye başladığımda da, büyüdüğümde de ve...
Şu anda da diyebilmek isterdim.
Ama diyemiyorum. Aklımın içinde Andrew'un sinema salonundaki suratı geldikçe tüylerim diken diken oluyordu. Hayatımda geçmiş dosyalara kaydedilmiş o koskoca bir yılın her tarafının yalanlarla bezeli olduğunu düşünmek bile canımdan can koparıyordu.
Kim bilir babam öğrendiğinde canı ne kadar yanacaktı. Bütün bunların altından nasıl kalkacaktı? Savaş, tüm bu gizli görevler ve devlet işleri onun için her zaman çetin geçmiştir çünkü ailesinden uzak kalma fikrinden hoşlanan askerlerden değildi.
Uzak kaldığı bu iki buçuk senenin bir senesinde annemin onu başka bir adamla aldatmaya başladığı gerçeğini öğrendiğinde bununla nasıl başa çıkacaktı?
Kafamın ve kalbimin içinde kocaman bir boşluk var. Parçalar ait olması gereken yerlerde değilmiş gibi hissediyordum. Aslında her şeyi gözlerimle görmüş olmama rağmen tüm bunlar bana hâlâ henüz uyanamadığım bir kâbusun parçasını yaşıyormuşum gibi hissediyordum. Ve aslına bakarsanız ben de bununla nasıl başa çıkmam gerektiğini bilmiyordum.
Altında ezilmekten çok korkuyordum.
Ellerimi yağmurluğumun ceplerine yerleştirip verandada adımladım. Üç tane basamağın spor ayakkabılarımın altında gıcırdayarak inlemesini dinledikten sonra okula gidebilmek için sağa döndüm.
Tam bu sırada Calum, kapüşonunu düzeltip kendi evinin kapısından dışarıya çıkıyordu.
Onu görünce birazcık duraksamak zorunda kaldım. Kafam yerinde değildi. İnsanlara nasıl davrandığımı bile bilmiyordum. Sadece okuldan eve gidip geldiğim bir üç gün geçirmiştim. Kriz anından sonra aramak istediğim ilk insan Cassie olsa da... ona ne söyleyecektim ki? Annemin olayını ona anlatamazdım. Şu anda en yakın arkadaşımın hayatımdaki bu yeni güncellemeyi bilmesi için kendimi hazır hissettiğim söylenemezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
You Belong With Me || hood
Fanfic"İkisi de konuşmuyordu. Ama ilk andan beri aralarında sözcükleri gereksiz kılan çok iyi bir iletişim kurulmuştu."