"Biletler bende kalabilir mi?"
Calum başını yavaşça salladı. Tren perona gelmişti ve sabahın erken saatlerinde olduğumuz için peronlar giderek kalabalıklaşmaya başlamıştı. Biz de birazdan hızlı trenin diğerlerine göre biraz daha boş sayılan vagonlarından birine binecektik ama Calum'un sigarasını bitirmesini bekliyorduk.
"Saklayacak mısın?"
"Bu seni rahatsız eder mi?"
Başını iki yana sallarken, "Hayır," dedi. "Bu güzel bir şey. Anıları biriktirmek, yani. Saklamazsan hepsi geçip gidiyor ve bir süre sonra hatırlamıyorsun bile."
Yavaşça yutkundum. Elbette biletlerin bende kalmasını istediğimde onları saklayacağımdan başka bir şey düşünmesi imkansızdı. Yine de açıklıkla dile getirmesi heyecanımı körüklemek için yeterliydi. Ve bunu neden yapmam gerektiğini bilmiyordum ama, benim için anı olarak saklanmaya değer bir şey yaptığını bilmesini sağlamak istiyordum.
Bunun benim için ne kadar değerli olduğunu tahmin bile edemezdi. Çabalaması bile... çok önemliydi.
Calum çok fazla derin metaforlar içeren cümleler kuruyordu. Benim aksime çok daha sakindi. Şu zamana kadar yaşadığımız bütün konuşmaları gözden geçirdiğimde sakin olan tarafın hep o olduğunu görüyordum. Heyecandan ve yoğun adrenalin duygusuyla çalkalanan bedenimde tutukluklar yaşayansa bendim. Ve Calum'un -bana göre- üzerinde ince elenip sık dokunması gereken cümleler kürüyor olması işimi kolaylaştırmıyordu.
Onun zihnine ulaşabilmek için kendimi çok fazla zorluyordum. Dünyanın en karmaşık çocuğu değildi ama dünyanın en anlaşılması kolay çocuğu da değildi. Ortada bir yerlerde duruyor olmasına rağmen ona hala ulaşamıyormuş gibi hissediyordum. Üstelik onun hakkında düşündüğüm çoğu şey ortadaydı. Ama ben Calum'un bana karşı biraz daha az buğusuz, biraz daha az muğlaklık içeren cümleler kurmasını istiyordum.
Sigarasını bitirdiğinde izmaritini peronun taş zeminine attı. Siyah Vans ayakkabılarının tabanıyla kağıdı siyah izmaritin canını çıkarmak istercesine ezerken, cümlelerinden sonra kendimin de bu şekilde ezildiğimi hissettim. Olayı somutlaştırmam gerekirse kendimi kesinlikle ezilen o siyah kağıtlı izmaritin yerine koyabilirdim.
"Hadi," dediğini duyduğumda bakışlarımı yerdeki ezilen izmaritten kaldırdım. Calum, bileğimi nazikçe kavrayıp parmak boğumlarını tenimin üzerine sardığında yeniden ezildim. Cildinde sakladığı ılıklık başımı döndürüyordu. Ona oje sürdüğüm günden sonra bir daha asla tenlerinizin birbirlerine değil dokunmak, değebileceğini bile düşünmezken her şeyin hayal ettiğimden bile güzel ilerliyor olması...
Merak ediyordum sadece. O da benim gibi düşünüyor muydu? Bütün bunların peşinden çok daha güzel şeylerin gelmesini istediğim gibi onun da istedikleri var mıydı? Bir gün... bir gün bunlardan birbirimize bahsedebilecek kadar açık olmayı da başarabilecek miydik?
Diğerleriyle kıyaslandığında çok daha az dolu görünen bir vagona bindik. Kendimiz için ikili bir koltuk seçtik. Beni yanından çok fazla uzaklaştırmamak ve arkada bırakmamak için bileğimdeki parmaklarını nazik tutuşundan uzaklaştırmadan sıkı tutmaya da devam ediyordu. Her an fikrimi değiştirip ondan uzaklaşarak vagondan inmemden korkuyormuş gibi.
Tanrım. Bütün bunlara bir anlam yüklemeyi bırakmam gerekiyordu. Calum belki de... o sadece nazik olmaya çalışıyor olabilirdi. Bana olan davranışlarından o kadar çok büyüleniyordum ki sevgilisiyle henüz ayrıldığını unutuyordum. Bütün o konuşmalarımızdayken aslında bir sevgilisinin olduğunu ve ayrılıklarının temelinde bir aldatma olduğunu, bu yüzden onun da kafasını dağıtma ihtiyacının varlığını gözümden kaçırıyordum. Ama bunun için benimle birlikte bir saat uzaklıktaki New York'a gidiyor olma ihtimali kalbimi kırıyordu. Calum'un bu amaçla beni sürüklediğini düşünemiyordum çünkü o öyle bir çocuk değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
You Belong With Me || hood
Fanfiction"İkisi de konuşmuyordu. Ama ilk andan beri aralarında sözcükleri gereksiz kılan çok iyi bir iletişim kurulmuştu."