Güne erken başlamak —ya da uyuyamamak— Silas'ın sıkça yaptığı bir şeydi. Bazen sırf düşüncelerinden ve yapacaklarını düşünmekten uyuyamazdı. Norveç'te olmak ona iyi geliyordu fakat aynı şey New York için geçerli değildi. Bu şehre isteyerek gelmişti; şehrin onu boğacağını düşünmemişti.
New York'un kasveti çöküyordu üzerine sanki. Babasının laneti miydi bu? Neydi onu rahatsız eden? Eylemlerine ve kararlarına karşı çıkan Nils rahatsız ediyordu bazen onu. Sarışın genç çok sorguluyordu Silas'ı. Babasının oğlu olarak Silas bundan hoşlanmıyordu. Yine de onu kıramıyordu çünkü çocukluğundan beri arkadaşı olan sarışın gence değer veriyordu. Ona karşı olan düşünceleri ve duyguları değişkenlik gösterse de zihninde ve kalbinde çoğu zaman Nils ile ilgili değişik hisler beliriyordu.
Çocukken babasını aramak için dışarı çıkıp dolanırken veya onunla ilgili şeyleri ararken Silas'ı bulan her zaman Nils olurdu. Onu ormanda yakalayan, bilgisayarda araştırmalarına kahve eşliğinde yardım eden, şizofreni tanısı konulup babasını hayalinde gördüğünü iddia ederken bile yanında her zaman kendisinden iki yaş küçük olan genci bulurdu. Annesinin anlattıklarıyla yetinmeyip sadece tek bir fotoğraftan ve isimden yola çıkarak araştırdığı ve bulduğu tüm bilgiler birer birer karmaşıklaşıp zihninde yarattığı o 'baba' figürünü oluşturamazken yanına bir de 'katil' kimliğini eklemişti.
Silas babası hakkında sadece onun ismine sahipti. Annesi, onun çok önceden gittiğini söylemişti. Bir çocuğa bakabilecek gibi biri değildi; kendisine bile bakamıyordu son zamanlarda. Silas'ı istemezdi Jayce; Melissa böyle düşünmüştü ve genç adama asla bahsetmemişti yıllar sonra onunla karşılaştığında bile.
Silas araştırmalarından elde ettiği bilgilerle ne hissedeceğini bilememişti. Babasının görüntüsünü sadece bir fotoğraftan değil, internetteki birçok fotoğraftan öğrenmişti. Başarılı bir psikolog olduğunu öğrenip yorumları okumuştu. Ancak sıra diğer bilgilere geldiğinde kalbinin kırıldığına mı yoksa zihnindeki baba figürünün kaybolduğuna mı inansa emin olamamıştı. O günden sonra düşünebildiği tek şey babasıydı; yaptıkları, geçmişi, öldürdüğü yüzlerce insan, içerisindeki karanlık ve ölüm tarihi.
Zihninde o kadar çok şey dönüyordu ki uyuyamamıştı. Babası, çeteler, örgütler, New York, Nils... Küçük kulübelerinin ortak kısmı salona gelmişti ve tezgah gibi bir masada çizim defterine bakarak oturuyordu. Eline aldığı kalem, pencerelerden sızan hafif gün ışığında parlıyordu. Çizim defterinin sayfalarını karıştırırken öylesine çizdiği birkaç mimari resmine denk geldi. Ardından boş bir sayfa açarak çizeceği resme zemin hazırladı.
Uyku mahmurluğu vardı gözlerinde. Kalemi oynatarak çizimine başladı. Siyah kalemin beyaz sayfa üzerinde çizikler yardımıyla bir resmi oluşturması hoşuna gidiyordu. Portrenin yüzünü ve gözlerini oluşturdu. Ardından saçlarını ve ağzını ekledi. Orta uzunlukta ve dağınık saçları kumral olarak düşündü, gözlerini de ela. Gördüğü fotoğraflara benzer yapmak istiyordu. Küçük burnunu ve biçimli, dolgun dudaklarını da çizerken kafasında sadece bir fotoğrafa odaklanmıştı. Diğer tüm düşünceleri bir kenara itmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Puslu Yolların Şeytanları
Mystery / Thrillerİki genç adamın yürüdükleri puslu yolların altına gizlenen şeytanlar var. Bu şeytanlar, onların duygularını ve zihinlerini alt etmek için uzun zamandır bekliyor. *** Silas Lawrence'ın ve Nils Larsen'in hayatları, babalarına ait olan geçmişlerin peşi...