Uzun bir gecenin ardından gelen gün, hiç bu kadar yorucu gözükmemişti. Silas, gecenin etkileri nedeniyle uyuyamamıştı ve yorgundu. Derin bir iç geçirdi. Nils'i uyandırmamaya dikkat ederek yataktan kalktı. Onun meleksi yüzüne baktı bir kez daha, onu öperek uyandırmak istedi fakat elbette ki yapamazdı. Gece Nils onu iki kez öpmüştü —öpüşme sayılmazdı çünkü Silas karşılık verememişti. Yine de ne olursa olsun Nils onun arkadaşıydı, dostuydu, kardeşiydi... Bu ilişkiye ihanet edemezdi.
Parmak ucunda yavaşça yürüyerek odadan çıktı ve banyoya girdi. Aynaya baktığında kendisini kesinlikle bok gibi hissettiğini ve öyle göründüğünü fark etti. Önce saçlarını sonra yüzünü yokladı, aynada kendine bakarken. Saçları öyle dağılmış ve terlemişti ki, bir daha asla düzgün duramayacağına yemin edebilirdi. Parmaklarını saçlarının arasından geçirdi bir kez daha. Ardından yanaklarına koyarak sakallarının çıkmaya başladığını fark etti. Gözleri de kıpkırmızıydı.
Lavaboya eğilip soğuk suyu açtı ve yüzüne çarptı. Başını kaldırıp tekrar baktı aynaya; parmaklarının titrediğini fark etti bu kez. Çünkü arkasında beliren bir silüet vardı: Siyah kapüşonlu bir karaltı... Arkasını dönüp kaşlarını çattı fakat onu göremedi. Babasının hayalinin etkileri devam ediyor olmalıydı.
Banyodan çıkarken Nils'in uyanmaması için dua ediyordu. Genç adam zaten dün gece fazla yorulmuştu ve Silas için uykusundan olmuştu; şimdi uyumalıydı ve gündüzün ışığında Silas'ın bok gibi halini görmemeliydi.
Bu kez hızlı adımlarla aşağı indi. Mutfağa girip kahvaltı için bir şeyler bakmaya başladı. Doğru düzgün alışveriş yapmadıklarından dolayı dolapta neredeyse hiçbir şey kalmamıştı. En sonunda iki yumurtayı alıp omlet yapmaya karar verdi. Bunun yanında bir de tost hazırlıyordu. Tabakları masaya koyarken Nils'in uykulu haliyle mutfağa girdiğini gördü. Sarışın genç adam parmaklarını saçının arasından geçirip saçını düzeltmeye çalışıyormuş gibiydi, uykulu gözleriyle Silas'a bakıyordu masanın yanına vardığında.
"Günaydın," dedi, gülümsedi. "Kahvaltı mı hazırlıyorsun bana sen?"
"Sana değil, ikimize hazırlıyorum." Silas umursamaz bir tavırla söylendi, omleti tavadan aldı ve tabağa koyarak ortaya servis yaptı. Portakal sularını da bardaklara doldurup sandalyesine oturdu. Gözleri, Nils'in bedenini tamamen gördüğünde yine homurdandı. "Hâlâ tişört ile duruyorsun. Dışarısı 0 derece falan. İçerisi de çok farklı değil. Git üstüne bir kazak giy."
Nils kaşlarını çattı. "Bana diyeceğine sen kendine bak."
Bunun üzerine ikisi de birbirlerine homurdanarak odalarına çekildiler, hızlıca üstlerini değiştirip yine buluştular. Silas üzerine gri bir sweatshirt giymişti, Nils de kahverengi bir kazak. Birbirlerini süzüp gözlerini devirdiler ve tekrar aşağı, mutfağa inerek yerlerine oturdular.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Puslu Yolların Şeytanları
Bí ẩn / Giật gânİki genç adamın yürüdükleri puslu yolların altına gizlenen şeytanlar var. Bu şeytanlar, onların duygularını ve zihinlerini alt etmek için uzun zamandır bekliyor. *** Silas Lawrence'ın ve Nils Larsen'in hayatları, babalarına ait olan geçmişlerin peşi...