Son gördüklerinden beri uzamış ve beyazlaşmış sakalları, beyaz ve siyahın karışımı olarak ortaya çıkan ve her zaman orta uzunlukta kullandığı kıvırcık saçları, bir profesör görünümü vermek için lens yerine tercih ettiği kemikli gözlüğü ile karşılarında duran kişi, maalesef ki Nils'in babası Marius Nathaniel Larsen'den başkası değildi. Norveç asıllı İngiliz adamın bakışlarındaki sert ifade, bulundukları ortamın karanlığında bile hissedilebiliyor, hatta görülebiliyordu.
"Burada neler oluyor?" diye sordu Nathaniel. Önce, ayağa kalkmış ve karşısına dikilmiş olan oğluna, sonra da koltukta oturmakta olan kumral saçlı genç adama baktı. Nils dudağını ısırmışken Silas da gözlerini kaçırmıştı. Böylelikle Nathaniel sorusunu yineledi: "Burada neler oluyor, dedim?"
"Baba..." Nils ne diyeceğini bilemediği için gözlerini kaçırmaya karar verdi. "Senin ne işin var burada?" diye bir soru kaçtı dudaklarının arasından.
Nathaniel, sanki hiç sinirli değilmiş gibi güldü. "New York'ta bir eğitim semineri vardı. Ben de hazır oğlum buradayken katılayım dedim." Ona inanmamış gibi görünen Nils kaşlarını kaldırdığında babası da gülümseyen ifadesini öfkeli bir ifadeye dönüştürdü tekrar. "Ne yapıyorsunuz siz burada?" Silas'a dahi bakmadan emir verdi: "Silas, ışıkları aç."
Kumral saçlı genç adam, kendisine verilen emir üzerine hipnotize olmuş gibi ayağa kalktı ve loş karanlıkta yolunu bularak aydınlatmayı açtı. Etraf birden aydınlanınca gözlerini kısan Nils ise olayları idrak etmekte zorlanıyordu.
Profesör burada ne arıyordu? Tam olarak burada olduklarını nereden biliyordu? Kulübeyi nasıl bulmuş, buraya nasıl gelmişti?
Bu sorulara yanıt verircesine delici mavi gözlerini ona dikmiş, sert bakışlarını ona göndermekte olan babasına göz ucuyla baktı. Profesörün bu sert ifadesine bir de kasılan çenesi ve seğiren gözleri eklendiğinde, onu tam olarak korkutucu sıfatına yerleştiriyordu. Bir zamanlar hastalıklı takıntılarının esiri olarak karanlığa boyanmış olan adam, şimdi eski günlere dönmüş gibi öfkeli görünüyordu. Sanki yine düzeni bozan bir şeyler vardı ve iyileşmek için her türlü yolu deneyen, vicdan azabının ağırlığı altında ezildikten sonra kendi mutluluğunu arayıp bulan bu adam yine kendisini karanlığın tam ortasında bulmuştu.
O zamanlara göre yaşlanmış ve kilo almış olan profesörün gözleri, aydınlanan ortam ile beraber etrafı daha iyi görmeye başladı. Kendisine çekingence bakan oğlunun yanında durduğu sehpaya ilişen gözleri, sehpadaki pakedi gördü. Bununla beraber profesörün gözleri kocaman açıldı. Pakedi aldı ve karşısındaki iki gence doğru salladı. "Bu ne?"
Midesinden göğsüne, oradan da boğazına doğru yükselen öfkenin neler yapabileceğini biliyordu. Eskiden olsa, karşısındaki iki genci de fırtınasının kurbanı yapardı. Ancak ne o eski Tobias'tı ne de öfkesi üstesinden gelinemeyecek kadar kordu. İyileşmişti, öyle değil mi? Oğlunu seviyordu ve ona hiçbir zaman zarar vermemişti—oğlu şu an ondan korkuyor gibi görünse bile ona sandığı kadar kızamazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Puslu Yolların Şeytanları
Mystery / Thrillerİki genç adamın yürüdükleri puslu yolların altına gizlenen şeytanlar var. Bu şeytanlar, onların duygularını ve zihinlerini alt etmek için uzun zamandır bekliyor. *** Silas Lawrence'ın ve Nils Larsen'in hayatları, babalarına ait olan geçmişlerin peşi...