Silahların suskunluğu, namluların çığlıklarına karışıyordu.
Yüzlerce beden vardı. Yüzleri belli değildi sonsuz karanlığın içinde. Ruhları karanlığa bulanmış bedenler öylece dikiliyorlar, yan yana duruyorlardı. Sonsuza kadar süren bir sıranın içinde gibilerdi. Hepsi birbirinin aynısı gibiydi ya da karanlıktan dolayı öyle görünüyordu.
Aşağıya sarkıtmış olan ellerini robotik hareketlerle yukarıya doğru çıkardılar. Böylelikle ellerindeki silahlar göründü. Silahları başlarına doğru götürdüler. Sonsuz karanlığın içerisinde yolunu bulamayan genç adam onları izliyordu.
Derken tetikler çekildi. Adeta domino taşlarının yıkılması gibi birer birer, sırayla, kendi silahlarının tetiklerini çekerek kendi beyinlerini dağıtacak olan bedenler, yere yığılmak yerine robotik hareketlerle sardılar genç adamın etrafını.
İşte o zaman gördü Silas, bedenlerin ait oldukları yüzleri. Kendisiydi, Nils'ti, babasıydı... Yüzleri artık gözüküyordu ve dağılmış bir haldelerdi. Kanlar içerisindeki yüzlerin bir de şeytani gülümsemeleri vardı. Silas'ın etrafını çember halinde saran bedenler o kadar fazlaydı ki, gülümserken bir anda genç adamın üzerine doğru düşmeye başladıklarında Silas geriledi fakat tutunacak bir şeyi olmadığı için zemine kapaklanmak zorunda kaldı.
Üzerine düşmeye devam ediyorlardı. Kan içindeki yüzleri, Silas'ın göğsüne veya koluna çarpıyor, genç adamın da bedeninin kana bulanmasına neden oluyordu. Dağılmış beyinleri saçılıyordu karanlık zemine. Silas çığlıklar atarak onları üstünden atmaya çalışıyordu fakat ne kadar çok beden düşse, Silas da o kadar çok batıyordu karanlığın içine.
Boğuluyordu. Sonsuzluğu yarmak için ellerini kullandı, başaramadı. Dibe çökmeye ya da karanlığın içerisinde süzülmeye mahkûmdu artık.
Bir el onun arada kalmış elini tutarak onu çekti, oradan çıkardı ve zifiri olmayan karanlığın içerisine tekrar getirdi. Silas onun Nils olduğunu düşünerek başını kaldırdı, teşekkür edecekti fakat onun Nils olmadığını fark etti. Hayır, aslında Nils'ti. Onun elini tutarak onu çıkaran sarışın genç adamdı fakat bir olay öyle hızlı gelişmişti ki, Silas farkında olamamıştı. Nils'in arkasında duran biri, elindeki silahla Nils'i başından vurmuş ve sarışın genç adamın yine az önceki yüzlerce benzeri gibi beyni dağılmış bir halde yere yığılmasına, ardından sonsuz karanlığın içerisinde süzülmesine neden olmuştu.
"Hayır!" diye bağırdı, Nils'i tutmaya çalışarak. Başarılı olamadı.
Silas sonra o kişiyi gördü. Karanlığın içerisinde nasıl olduğunu bilmediği bir şekilde belli olan siyah pantolon, siyah kapüşonlu hırka ve beyaz maske... Silahı hâlâ tutmakta olan sağ elini serbest bıraktı, sol elini ise yavaşça yüzüne götürdü. Maskeyi mekanik hareketlerle çıkardı. Silas onun kim olduğunu bilmesine rağmen, maskesini çıkardığında maskenin ardında kalan yüzün bir saniye mükemmel bir yüze sahip olup ardından dağılmış ve ölü bir yüze sahip olmasını izledi. Birkaç saniye devam etti bu; tıpkı bir film gibi. Mükemmel hatlara sahip olan yüz, kumral saçlar, ela gözler ve şeytani bir gülümseme.... Bir saniye sonrası ise, kanlar içindeki ölü bir ifade ama yine de gülümseyen biçimli dudaklar...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Puslu Yolların Şeytanları
Mystery / Thrillerİki genç adamın yürüdükleri puslu yolların altına gizlenen şeytanlar var. Bu şeytanlar, onların duygularını ve zihinlerini alt etmek için uzun zamandır bekliyor. *** Silas Lawrence'ın ve Nils Larsen'in hayatları, babalarına ait olan geçmişlerin peşi...