《Bölüm 16》

16.7K 1K 95
                                    

Fiona'yı sızdığı yerden uyandıran mis gibi kızarmış et kokusuydu. Gözlerini hevesle açtığında Arven'in az ötedeki ateşin başında sabah avladığı tavşanı pişirdiğini gördü. Öyle açıkmıştı ki midesine ağrılar giriyordu. Açlığını kanıt olan uzunca ve sesli bir gurultu koptu midedinden. Arven'in bunu duymuş olduğunu tahmin etti ve çaktırmadan ona baktı. Hala pişirme işiyle meşgul gözüküyordu. Acaba istemeli miydi? Sonuçta ona yemeği temizleme ve pişirme konusunda hiç yardımcı olmamıştı. Bundan dolayı Arven onu aç bırakır mıydı ki?

Sıkıntıyla nasıl isteyeceğini düşündüğü anda Arven içi kızarmış etle dolu ahşap çanağı Fiona'nın olduğu tarafa itekledi.

"Midenin gürültüsünden rahatsız olmaya başladım. Sen uyurken o hayli gürültü yaptı. Ölmek istemiyorsan bir şeyler ye haydi." Arven bunları söylerken kısa bir an Fiona'ya bakmış, ardından dikkatini pişirmeye olduğu ete çevirmişti.

Fiona postun üzerinden kalkıp Arven'in olduğu tarafa biraz daha yaklaştı ve kendisine uzattığı tabağın önüne çöktü. Hiçbir zaman çok iştahlı biri olmamıştı ancak şuan o kadar açtı ki deyim yerindeyse kıtlıktan çıkmış gibi yemeye başladı. Bir etin kokusunun ne kadar güzel olabileceğine hiç dikkat etmemişti daha önce ancak bunun muhteşem koltuğundan ve hayatında yediği en güzel et olduğundan emindi.

"Daha önce hiç bu kadar lezzetlisini yememiştim, teşekkürler." Dedi nihayet son lokmalarını yerken. Arven de kendi payını pişiriyordu.

"Buna sevindim. Avlanmayı biliyor musun? Bilmiyorsan sana öğretmeliyim. Burada kendi yemeğini nasıl bulacağını bilmek zorundasın."

Fiona midesine bir kaya parçası oturmuş gibi hissetti. Hayatı boyunca hiçbir canlıyı öldürmemişti. Böcek etmekten dahi korkardı. Yemek konusuna gelince, et yemeyi severdi ancak çığ etin görüntüsüne bile dayanamaz, pişmiş olarak satın almayı tercih ederdi. Bir tavşanı avlayıp, derisini yüzüp pişirebileceğini hiç sanmıyordu.

"Bak Arven," diye söze başladı derin bir nefes alıp verdikten sonra. "Bana diğer insanlara göre nazik davrandığının farkındayım. Belki de, hatta büyük ihtimalle hayatımı kurtardığının da farkındayım. Ancak beni buraya getirdin ve ben şimdi bu yabancısı olduğum yerde hiç tanımadığım insanlarla, alışık olmadığım yaşam şartlarında nasıl yaşayacağımı hiç bilmiyorum. Sizler biraz... İlkel yaşıyorsunuz. Bu benim alıştığımın çok dışında." Aslında buradaki kadar olmasa da asıl yaşadığı hayatla kıyaslayınca Walkworth Kalesi'n de de ilkel bir yaşam sürülüyordu ama orada en azından işini gören hizmetçiler vardı. Kaldığı kısa süre içerisinde temel konularda zorluk çekmemişti.

Arven bir yandan lokmasını çiğnerken diğer yandan da Fiona'nın söylediklerini dinliyordu. Sonrasında onu biraz süzdü. Aslında bunu Fiona'yı yanında getirmeye karar verdiğinden beri her fırsatta yapıyordu.

"Ellerinde nasır ve tırnakları da kırık yok. Yüzün soğuktan kızarıp soyulmamış. Saçların oldukça parlak ve temiz. Şimdiye kadar özen gösterdiğin çok belli. Soğuğa dayanıksızsın. Kan görmeye alışkın değilsin. Sanırım sen hayatı boyunca iş yapmak zorunda kalmayan soylu kadınlardan olmasın."

Fiona Arven'in kendisini böyle detaylı incelediğinin farkında olmadığından bu sözlere ilk önce şaşırdı. Kendisi hiç gözlem yapmamıştı. Bunu kafasına not etti.

"Öyle denebilir" diye onayladı kısa bir duraksamanın ardından. Asıl gerçeği açıklamakta tereddüt ettiğinden dolayı bu hafif yalanı tercih etti. Sonuçta hayatı boyunca böyle ilkel şartlarda yaşamadığı bir gerçekti. Çakmağı olmadan nasıl ateş yakacağını bilmiyordu. Bir ocak, fırın ya da modern mutfak aletleri olmadan yenilebilecek düzeyde bir şeyler nasıl pişirilir hiç fikri yoktu. Ayrıca daha ince hiç çamaşır yıkamak zorunda da kalmamıştı çünkü bunu yapan çamaşır makinesi vardı. Oysa şimdi burada şuan üstünde giydiği elbise dışında yıkama ihtiyacı olabilecek başka bir giysisi bile yoktu.

AŞK'A YOLCULUK (Devam Ediyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin