Fiona'nın son kelimeleri kesinlikle Arven'in duymayı beklediği şeyler değildi ve küçük çaplı bir şok yaşamasına neden oldu. Bir süre öylece bakakaldı Fiona'ya. Yanlış duymuş olabileceğini düşündü ancak karşısındaki kadın ciddiydi. Arven'in tepkisini beklerken hem merak, hem de tedirgin bir ifadeyle bakıyordu. Şaka yapmaktan çok uzak bir ifade...
'bin üçyüz yıl' kelimesi kafasında yankılanırken Arven pek de farkında olmayarak ayağa kalkıp volta atmaya başladı. Rakamın büyüklüğünü, ortalama kaç insan ömrü kadar süre edeceğini düşünmeye çalışıyordu.
Suskun bir halde kendisini izleyen Fiona'ya bakarken daha onunla tanışmadan çok daha öncesinde başlayan rüyaları düşündü. Ve tanışmalarını... Geçen gece gördüğü son rüyada Freya'nın dediklerini hatırladı. 'Sana bir hediye verdim.' Demişti ancak görünüşe göre bu hediyenin bin üçyüz yıl uzaktan geldiğini söylemeyi unutmuştu.
Öfkeliydi Arven. Freya'nın bu denli hayatına müdahale etmiş olmasına inanamıyordu. Kendisine endişeli gözlerle bakan Fiona'ya baktı tekrar. Ne yapacaktı bu kadınla?
"Beni korkutuyorsun Arven, lütfen bir şey söyle."
Arven ahşap tabureye çöküp ellerini başı arasına aldı. Ne söyleyebilirdi ki? Söyleyeceği hiçbir şey işe yarar olmayacak gibi geliyordu.
"Ne diyeceğimi bilmiyorum" dedi dürüstçe. "Dediğin şey karşısında ne yorum yapabileceğimi bilmiyorum."
"Bana inanmıyorsun..." Fiona'nın omuzları düşmüş sesi hayal kırıklığı içinde çıkmıştı.
"Deli olduğumu düşünüyor olmalısın." Diye ekledi çenesini kendine çekip katladığı dizlerine dayararak. Bu haliyle fazlasıyla çaresiz göründü Arven'in gözüne.
"Sana inanıyorum." Dedi Arven. Tekrar Fiona'nın yanına gelip az önceki gibi karşısına oturdu ancak bu kez daha yakındı. Uzanıp çenesini kavradı ve gözlerinin içine bakmasını sağladı.
"Sana inanıyorum Fiona. Freya'nın bunu yapmış olmasına inanamıyorum ama isterse yapabilecek gücü olduğunu da biliyorum. Bunu bana daha önce anlatmalıydın."
"Yapamadım çünkü bana inanıp inanmayacağını ya da nasıl tepki vereceğini bilemedim. Northumbria'da çok daha azı için beni diri diri yakmaya kalktılar. Burada neyle karşılaşacağımı kestiremedim." Fiona bunları söylerken gözünden bir damla yaş süzüldü. Gerçekten de acı bir ölümün kıyısından dönmüştü ve üzerinden geçen üç hafta olayı unutabilmesini sağlayacak kadar uzun değildi.
"Northumbria'da tam olarak ne oldu?" diye sorarken Arven elini Fiona'nın çenesinden yanağına doğru kaydırdı ve bu hareket genç kadının ürpererek titremesine neden oldu. Arven'in parmaklarının bu yakın teması karnında kasılmalar yaratıyor ve Fiona bu durumda bile ondan etkilenebiliyor olmasına inanamıyordu. Keşke şu an ikisi dışında ki herşey bir rüya olsaydı. Arven bu barbar halktan birisi olmasa, doğru zamanda olsalar ve Fiona'da kendini Arven'in kollarına bırakabilseydi.
"Hava oldukça soğudu. Haydi yatağa geçelim ve bana her şeyi anlat. Artık bilmediğim bir şey kalmasını istemiyorum."
Neyse ki Arven Fiona'nın titreyişinin sadece soğuktan olduğunu düşünmüştü. Daha önceki gecelerde olduğu gibi yatağa girdiler ancak bu kez Arven arkadan sarılmak yerine onu kendi göğsüne çekti. Bu Fiona'nın da daha çok hoşuna gitmişti. Arven'in sert ve geniş omzuna başını koydu ve onun sıcaklığıyla ısınırken anlatmaya başladı. Oswulf'la karşılaştığı anı, Walkworth kalesinde yaşamaya başlayışını, Papaz Basil'in nasıl ona düşman olduğunu, gördüğü rüyalar sebebiyle büyücülükle suçladığını ve Oswulf'un suçsuz olduğunu bile bile infazına nasıl razı geldiğini anlattı. Oswulf'tan bahsederken Arven'in daha da dikkat kesildiğini, kendini sıktığını ise fark etmedi.
Ardından gerçek hayatını anlatmasını istedi Arven. Bunu gerçekten merak ediyordu. Hatta merak ettiği çok fazla şey vardı. Bin üç yüz yıl sonrasının insanları nasıl yaşıyordu?
Fiona anlatacak kelimeleri bulmakta zorlandı çünkü hiç bilemeyen birine teknolojiyi anlatmak sanki bir masal anlatmak gibiydi. İnsanların atların çektiği arabalar yerine kendi kendine giden arabalar icat ettiğini duymak Arven'e şaka gibi geldi. Hatta içine binip gökyüzünde seyahat edebildikleri 'uçak' denen o alet ise başlı başına inanılmazdı. Kuşlar gibi uçabilmek, bulutların üstüne çıkabilmek hem hayranlık uyandırıcı hem de inanılmaz geliyordu. 'Tanrılara kafa tutmakla eş değer' diye düşündü Arven.
Gecenin ilerleyen saatlerine dek anlattı Fiona. Yirmi birinci yüzyılda insanların hayatlarının nasıl kolaylaştığını, besine ulaşmanın ve karın doyurmanın, günlük işlerin daha kolay olduğunu ve daha az zaman aldığını anlattı. Batmayan gemilerden, yüksek katlı binalardan bahsetti. Tüm bu anlattıkları Arven'de inanılmaz bir merak duygusu uyandırmıştı ve o dünyayı bir kez olsa bile görebilmek istedi Arven. Görmeden hayalini kurmak gerçek olamayacak kadar efsaneviydi. Hele ki insanoğlunun gece gökyüzünde gördükleri Ay'a ulaşabilmiş olması... Bin üçyüz yıl bunların gerçekleşebilmesi için yeterli süremiydi sahiden?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK'A YOLCULUK (Devam Ediyor)
Fiksi SejarahMitoloji #1 Tarihi Kurgu #5 Fiona Evans yirmi altı yaşında, yönetici asistanı olarak çalışan ve hayat zevklerini aldığı maaşa bağlı olarak şekillendirmek zorunda olan genç bir kadındır. Büyük annesinden kalan miras sonrası dört yıldır aynı pozisyond...