Oswulf sabahın çok erken saatlerinde kabul salonunun terasından sahilde demirlemiş olan altı gemiyi gergin bir ruh hali içinde izlemekteydi. Gece boyunca süren fırtına ve ardından çöken sis nedeniyle gemiler kıyıya yanaşana kadar fark edememişlerdi onları. Sis dağılıp fark ettiklerinde ise vahşiler çoktan karaya çıkmıştı.
Eğer topraklarında bulunan bu yabancıların barbarlığına şahit olmuş olmasa şuan böyle kaleye kısılıp kalmaz, askerleriyle anında saldırmakta tereddüt etmezdi ancak geçen yıl ki saldırıyı herkes hatırlıyordu. Zaten unutmak da mümkün değildi. Bütün köy katledilmiş, askerlerinin önemli miktarını kaybetmiş, danışmanı Papaz Basil öldürülmüştü. Ve Fiona... Bu isim vicdanında her zaman bir yara olarak kalacaktı. Ona yardım edememişti Oswulf. Ölüme gitmesine engel olamamıştı. Şimdi ise yaşayıp yaşamadığından emin değildi. Yaşıyorsa bile o vahşilerin elinde ne şartlarda hayatta kalabilirdi ki?
'Onu korumalıydın' dedi yine iç sesi. 'Papaz Basil'in haksız olduğunu biliyordun. Onu ölüme gönderdin.'
Oswulf gözlerini yumdu ve derin nefesler almaya çalıştı. Vicdanının sesini asla dindiremeyecekti.
***
''Durum ne Anderson?'' diye sordu hem askeri danışmanı, hem de arkadaşı olan Konta. Kontun birkaç saat önce keşif için gönderdiği askerler dönmüştü.
''Ormanın girişinde kamp yapmışlar. Adamlarımız fark edilmemek için fazla yaklaşamamışlar ancak köye bir saldırı olmadığından eminler.'' dedi Kont.
''Neyi bekliyorlar o halde?'' diye sordu Oswulf. Bu davranışları hiç mantıklı gelmiyordu. Geçen yılki saldırılarda hiç tereddütsüz yakıp yıkıp yağmalamışlardı.
''Bilmiyorum Majesteleri. Belki de bizim dışarı çıkmamızı bekliyorlardır.''
''Bu söz konusu bile olamaz'' dedi Oswulf yumruğunu sıkarak. ''Adamlarımı bile bile ölüme gönderemem!''
''Peki ne kadar süre bekleyeceğiz Majesteleri? Biz bekledikçe halk daha da gerginleşecek. Zaten yeterince korkuyorlar. Bir şeyler yapmazsak onları korumamakla suçlanabiliriz. Köydekiler henüz gemilerin farkında değil anlamaları uzun sürmeyecektir.''
Oswulf ellerini terasın trabzanlarına dayamış ve sahile demir atmış olan ürkütücü gemileri nefretle izlemekteydi. Hem sinirli hem de gergindi. Yanlış bir karar verirse bunun bedelini sadece kendisinin ödemeyeceğini çok iyi biliyordu.
''Bu bir tuzak Anderson,'' dedi kararlı bir sesle. ''Geçen sefer sadece mallarımızın peşindeydiler. Bu kez daha büyük planları olduklarını hissediyorum. Marcia Krallığı'na haber gönder, askeri yardıma ihtiyacımız var.''
***
Anderson'a verdiği talimattan sadece yarım saat sonra Oswulf ona hiç yabancı gelmeyen tanıdık gözlere bakıyordu.
''Fiona!'' şaşkınlıkla nefesini verirken kadının yara bere içinde hırpalanmış olduğunu fark etti.
''Gün doğumunda geldi, Majesteleri'' dedi askerlerden birisi öne çıkarak. ''Vahşilerden kaçtığını ve yardıma ihtiyacı olduğunu söylüyor.''
Fiona dizleri üzerine çökmüş, tepesinde iki asker ona kılıç çekerken yaprak gibi titriyordu. Oswulf'un ''Kılıçlarınızı indirin!'' diye bağırmasıyla rahatlayarak tuttuğu nefesini verdi. Ancak çok rahatlamaması gerektiğini biliyordu.
Oswulf yanına geldi ve tek dizi üzerine çöküp eliyle çenesini kavradı.
''Tanrım, yaşıyorsun'' diye fısıldadı sadece ikisinin duyacağı bir sesle. Sesinde hem şaşkınlık, hem de gizleyemediği bir sevinç vardı. Fiona bunu fark etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK'A YOLCULUK (Devam Ediyor)
Historical FictionMitoloji #1 Tarihi Kurgu #5 Fiona Evans yirmi altı yaşında, yönetici asistanı olarak çalışan ve hayat zevklerini aldığı maaşa bağlı olarak şekillendirmek zorunda olan genç bir kadındır. Büyük annesinden kalan miras sonrası dört yıldır aynı pozisyond...