İskandinavya'da son yılların en uzun ve en soğuk kışı yaşanıyordu. Şartlar tüm İskandinav halkı için zordu ancak Arven'in halkı için daha da zordu. Sebebi ise Artair ve Hallmar'ın saldırısında ambarlarının yanmasıydı. Kara kış bastırana dek kaybettikleri erzağı yerine koyma zamanları olmamıştı.
Hava şartları avlanmayı zorlaştırdığı gibi insanları da hasta etti. Zaten yetersiz besinle idare ettikleri için bu kaçınılmazdı. Kötü şartlardan en çok etkilenenler ise yaşlılar ve çocuklar oldu. Bedenleri zayıf düştü ve hastalananlardan çoğu ne yazık ki iyileşemedi. İnsanlar bir bir hastalanmaya devam ederken kara kış bitmek bilmedi.
Hastalıktan Fiona'da nasibini aldı elbet. Gücü kuvveti yerinde olan savaşçıların bünyeleri daha sağlam olduğundan hastalananlar daha kolay atlattı ancak Fiona savaşçı değildi. Bünyesi bu zor şartlara alışık da değildi. Tam on gün boyunca yataktan kalkamayacak duruma geldiğinde neredeyse kendinden umudu kesecek haldeydi. Hayatındaki en zorlu hastalık sürecini yaşıyordu ve Cybele'nin ilaçları da iyi gelmekten ziyade sanki her şeyi daha da zorlaştırıyordu. Yeterli besin alamamak ise iyileşme sürecini baltalıyordu. Neyse ki Arven daima yanındaydı. Ateşi olduğu geceler başında sabahladı, kabus gördüğünde onu uyandırıp kollarında sakinleştirdi, ilaçlarını içirdi ve şartlar el verdiğince yemek yemesini sağladı. Ona efsanevi hikayeler anlatarak zaman geçirmesine yardımcı oldu. Histerikli anlarında öpücükleriyle sakinleştirdi. Sonunda Fiona hastalığı Arven'in de yardımıyla atlattı.
Arven yapısı gereği güçlü görünmek zorundaydı ve öyle de yapıyordu ancak her geçen gün halkından birini kaybetmek ona acı veriyordu. Bu insanların lideriydi ve onları korumak zorundaydı ancak elinden gelen hiçbir şey yoktu. Soğuk, kıtlık ve hastalık... Bu toprakların onlara vadettiği şeyler sadece bunlardı. Kendi hakkı bir yana, asıl bu yüzden Walkworth'a ve verimli topraklarına ihtiyacı vardı. Halkına güvenli ve daha rahat bir yaşam sunmak istiyordu. Aynı zamanda Fiona'ya da. Belki o zaman Fiona eski yaşamına daha az özlem duyardı. Şartlar daha iyi olduğunda belki çocuk sahibi olmayı bile isterdi.
Zaman geçtikçe Arven düşünceli bir hale bürünüyordu. Walkworth'u ele geçirmenin bir yolunu bulmak zorundaydı. Kale düşmediği müddetçe karada ne kadar köyü ele geçirseler de faydası olmayacaktı ancak kaleyi fethetmek de hiç kolay görünmüyordu. Bulunduğu konum itibariyle tepede, bir yanını denize vermiş gelebilecek her türlü tehlikeyi fark edip önlem alabilecekleri durumdaydı. Surları aşmak imkansız gibi görünüyordu. Ancak Arven imkansız diye bir şey olduğuna inanmıyordu. Elbette bir yolu vardı, yapması gereken şey karlar eriyip akın için yola çıkana dek o yolu bulmak ve iyi bir plan yapmaktı. Bu sebeple ki son zamanlarda aklında olan tek şey köye yaptıkları baskındaki gözlemleriydi.
"Senin için endişleniyorum Arven," dedi Fiona bir sabah uyanıp da Arven'i tavanı izlerken derin düşünceli bir şekilde bulduğunda. Son zamanlardaki hali gözünden kaçmamıştı.
"Canını sıkan şey ne?" Elbette bir sürü can sıkıcı şey yaşamışlardı ancak bu son günlerde özellikle bir şey olup olmadığını merak ediyordu Fiona.
Arven Fiona'yı göğsüne çekip saçlarını okşarken bir an gözlerini yumdu ve gerçekten başka bir dünyada olmayı diledi. Savaşmak zorunda olmadığı ve yanında Fiona'nın olduğu bir dünya. Çok mu şey istiyordu?
"Kış yakında sona erecek. Karların erimesiyle yola çıkacağız biliyorsun." Dedi saçlarını okşayan parmakları omzuna inerken.
Fiona diyecek bir şey bulamadı. Bir tehlike geçerken diğeri geliyordu. Kışı atlatabilenler bu kez savaşmak zorunda kalacaktı. Bu anın geleceğini zaten biliyordu ancak zamanın bu denli hızlı geçmiş olmasına inanmak mümkün değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK'A YOLCULUK (Devam Ediyor)
Ficción históricaMitoloji #1 Tarihi Kurgu #5 Fiona Evans yirmi altı yaşında, yönetici asistanı olarak çalışan ve hayat zevklerini aldığı maaşa bağlı olarak şekillendirmek zorunda olan genç bir kadındır. Büyük annesinden kalan miras sonrası dört yıldır aynı pozisyond...