Genç Timothy fıçıları suyla doldurmakla meşguldü. Bugün fazlasıyla yorulmuştu ancak bu yapması gereken bir işti. Kuyudan su çekmek, kalede nöbet tutan askerlerin su ihtiyacını karşılamak onun göreviydi. Geç kalsa azarlanacağını biliyordu. Gerçi görevini kusursuz yaptığı zaman da bir takdir gördüğü yoktu. Sonuçta o su taşıyan çocuktu. Önemli bir iş başarıyor değildi. Oysa askerler kaleyi koruyordu. Bir çoğu ona pisliğin teki gibi davransa da sonuçta savaşçıydılar ve Timothy onlara hizmet etmek zorundaydı. Özellikle de topraklarında yeni bir düşman varken.
Timothy korkuyordu. Henüz sadece on üç yaşındaydı ve hiç kimsesi de yoktu. Eğer barbarlar kaleyi ele geçirirse ne olurdu? En kötü ölürdü değil mi? Ya da eziyet mi görürdü? Yaşamayı istiyor muydu? Bu değersiz hayatı yaşamayı gerçekten istiyor muydu?
İstiyordu. Yaşamak ve şu anda değersiz olan bu hayatına bir anlam katmak için çabalamak istiyordu. Günün birinde 'su taşıyan çocuk' olmak yerine birilerinin ona adı ile hitap etmesini istiyordu. Görünmez olmak istemiyordu. Ancak kalenin çevresi bu barbarlar ile çevriliyken ne kendisinin ne de başkasının pek güvencesi yoktu.
"İyi akşamlar Timothy"
Timothy duyduğu sesle irkilerek fıçıdan su doldurduğu testiyi düşüreyazdı.
"Leydim, burada ne arıyorsunuz? Uyumadınız mı?" Diye sordu şaşkınlıkla. Leydi Fiona'nın yaralı bir halde kaleye sığındığı haberini herkes gibi o da biliyordu ancak Leydiyi geçen yıldan beri ilk görüşüydü. Zaten uzaktan uzağa gördükleri sayılmazsa Leydi ile sadece bir kez konuşabilmişti. Bunun anlamı Timothy için çok büyüktü çünkü bu kalede ilk defa birisi onunla kısa da olsa sohbet etmiş, adını sormuştu ve bu kişi soylu biriydi. Üstelik ismini hatırlıyordu! Kimse onun ismini hatırlamazdı. Timothy'nin kalbine bir sıcaklık yayıldı.
"Uykuya dalamadım bir türlü. Çok da susadım. Kapımda bekleyen nöbetçiden isteyecektim ancak her nedense yerinde değildi." Dedi Fiona.
Timothy uzanıp Fiona'nın elinden bakır bardağı aldı ve suyla doldurup geri uzattı.
"Buraya kadar gelmek zorunda olduğunuz için üzgünüm." Timothy Leydi'nin yüzündeki yara ve morlukları görünce içten içe üzüldü. Yüzünün nasıl güzel olduğunu biliyordu. Ayrıca kanının kaynadığı bu nazik Leydinin barbarlar tarafından işkence görmüş olmasına çok üzülmüştü.
"Neden buraya sığındınız Leydim?"
"Ne yapabilirdim ki?" Diye sordu Fiona suyundan bir yudum aldıktan sonra.
"Barbarların eline düşmenize sebep olan Prens Oswulf. Dolayısı ile bu acıları çekmenizin sebebi de o. Kaçmayı başarmışken neden kaleye sığındınız? Yokluğunuz anlaşılana dek uzak köylerden birine varabilir ve burdan daha güvende olabilirdiniz. Prensin sizi tekrar yüz üstü bırakmayacağını nereden biliyorsunuz?"
Timothy birden çok fazla şey söylemişti ama dilinden çıkmıştı bir kere.
"Hiştt! Böyle şeyleri seslice dile getirmemen lazım!" Diye uyardı Fiona onu. Prens hakkında kötü şeyler konuştuğu duyulmamalıydı. "Çok bitkin ve halsizdim yakalanmadan uzaklara gidecek durumda değildim mecburen buraya sığınmak durumunda kaldım."
"Üzgünüm Leydim. Ama geçen yıl yaşadıklarınıza çok üzüldüm. Herkes sizi suçlarken ben bir kez olsun sizin suçlu olduğunuzu düşünmedim. Prens size inansaydı o gün köy meydanında toplanmak yerine kalede güvende olurdunuz ve barbarlar sadece köyü talan etmekle kalırlardı. Bir yıl boyunca ellerine esir düşmez, eziyet çekmek zorunda kalmazdınız."
Timothy ilk defa biriyle bu kadar uzun konuşuyordu ve söyledikleri de bir hayli ciddi şeylerdi. Ancak her nedense Leydi Fiona gözüne çok güvenilir görünüyordu. Şu zamana dek tanıdığı herkesten farklı birisiydi. Elbette çok tanımıyordu, bu fikre Leydi'nin geçen yıl kalede kaldığı süreçteki izlenimleri sebep olmuştu. Timothy görünmez bir karakterdi ama iyi bir izleyiciydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK'A YOLCULUK (Devam Ediyor)
Historical FictionMitoloji #1 Tarihi Kurgu #5 Fiona Evans yirmi altı yaşında, yönetici asistanı olarak çalışan ve hayat zevklerini aldığı maaşa bağlı olarak şekillendirmek zorunda olan genç bir kadındır. Büyük annesinden kalan miras sonrası dört yıldır aynı pozisyond...