—Elmira—
Karnıma saplanan acıyla uyanmak zorunda kalınca, yüzümü buruşturdum. Gökyüzündeki parça parça bulutlar kendi yollarını çizmiş, sapmadan o yoldan ilerliyorlardı. Hepsinin kendince bir yolu vardı, hepsinin kendince yapmaları gereken şeyleri vardı. Kara kara düşünürken benim de yapmam gereken şeyi hatırladım. Sabah sabah yine çok pozitifsin Elmira.
Uçak ile ilgili anılarım aklıma hücum edince, yüzümü iki kat buruşturmak zorunda kaldım. Başımı sola doğru çevirdim. Dünkü acı dolu yüz ifadesinin, bugün huzurlu bir şekilde uyuduğunu gördüm ve rahatlatmanın etkisiyle derin bir nefes verdim. Sabaha kadar dayandıysa, kritik durumu karşısında zafer kazanmayı başarmıştı.
Kollarıma baktığımda, kollarımı saran yaralar artık kendilerini zar zor belli edebiliyorlardı. Nasıl bu kadar çabuk iyileştiler? İmkansızdı.
İmkânsız olduğunu biliyordum fakat daha fazla düşünüp yine saçma düşüncelere kapılmamak için işe koyulmaya karar verdim.
Kollarımdan destek alıp hafifçe doğruldum. Önümde oturan ve bana bakıyor olan bal rengi gözlerle göz göze gelince neredeyse arkaya doğru sıçrayacaktım. Yapma artık şunu.
Ben ona anlamayan gözlerle bakarken, o da yine alaycı gülümsemesini takınarak 'Hiç uyanmayacaksın sandım.' Dediğinde gözlerimi devirip başımı salladım.
Oturduğu yerden kalkarken 'Hadi kalk daha çok işimiz var.' Diyene kadar çoktan yanıma gelmiş ve ona tutunup kalkmak için kolunu uzatmıştı bile. Boş bakışlarımı takınırken elimi uzattım ve kalkmak için bana yardım etmesine izin verdim.
Beni aniden çekince, karnımdan gelen acı hissinin yüzümde belirmemesi için biraz çabalamak zorunda kaldım. Birkaç saniye boyunca sessiz bir şekilde birbirimize baktıktan sonra ters tarafa döndüm. Uçağa giden yolu kafamda çizmiştim.
'Gelmek istediğine emin misin küçük kız?' Hafifçe güldüğünü ses tonundan anlayabiliyordum. Küçük kız.
'Küçük kız gelmek istediğine emin, çünkü büyük çocuk tek başına hiçbir şey yapamaz.' Büyük çocuk dediğimde bakışlarımı hafifçe geriye çevirip bal gözlerine sabitledim. Sanki çok komik bir şey söylemişim gibi bana gülerek bakıp eğleniyordu. Gözlerimi devirip bakışlarımı yine eski pozisyona getirdim.
Ayaklarım kumla savaş içerisindeyken, gözlerim tam tersine büyüleyici sahilin keyfini sürdürüyorlardı. Denizin kokusu burnumu doldururken, dalgalarının sesi kulaklarıma hücum ediyordu. Cennetteydim sanki.
Dalgaların sesinin bozulmasına neden olan, yine arkamdan gelen sesi duyunca istemsizce huzursuzlandım. Sen hiç susmaz mısın çocuk?
'Bu arada ben Dean.' Dediğinde aynı hizaya gelmek için adımlarımı biraz yavaşlattım.
Yan yana yürümeye başladığımızda dediği şeyi sanki daha yeni anlamış gibi 'Elmira.' Dedim düz bir sesle.
'Çok konuşkan biri değilsin herhalde.' Bana göz ucuyla bakıyordu.
'Değilim.' Ben ise hala önüme bakıyordum.
'O yüzden mi karnından gelen acıyı dışarıya yansıtmıyorsun?' Bu soru karşısında anlamayan gözlerle bakınca tek kaşını kaldırıp 'Fark etmek zor değil biliyorsun değil mi?' Dedikten sonra işaret parmağıyla kendi tişörtünü işaret edip, benim kan lekesi bulunan bölgeyi ima etti.
'Benim sorunlarım sadece beni ilgilendirir.'
'O yüzden mi dün o kıza yardım ettin?'
'İkisi farklı şeyler.' Dediğim sırada başını hayır anlamında salladı.
'Hayır, değil. Hem şu an bulunduğumuz durumu ele alacak olursak, hem bizim senin yardımına ihtiyacımız var hem de senin bizim yardımımıza...' Benimle konuşurken yanlış kelimeyi kullanmak istemiyormuş gibi kelimelerini dikkatli seçiyordu. 'Hayatta kalmak için birbirimize ihtiyacımız var.' Sesi kendinden çok emin bir şekilde çıkmıştı.
Ben kimseye muhtaç değilim.
Ama biraz düşününce evet, ona hak veriyordum. Bütün işlerini kendi halleden bir kızdım. Fakat şu an durum çok farklıydı. Ne kadar istemesem de birbirimize yardım edip birbirimizi kollamalıydık.
'Geldik.'
Düşüncelerimle oynarken, başımın aşağıya doğru sarktığını fark etmemiştim bile. O yüzden başımı hafifçe yukarı kaldırdım. En son uçağa girdiğimdeki anılarım kendilerini belli etmeye başladıklarında, aslında ne kadar oraya girmek istemediğimi bana hatırlatmışlardı. Zorunda olmasam hayatta adım atmazdım içeriye. Fakat zorundaydım işte.
Kendi kendime söylenirken, çoktan içeriye girmiştik. Gözlerimi etrafta gezdirdim. Toz dumanları yok olmuş, yerini saf güneş ışınlarına bırakmıştı. İlk zamanlarda ki boğuk hava da ortadan kalkmıştı. Ama o koku...
Aklıma kazınan, burnumun asla karıştıramayacağı o koku kalmıştı. Yanık beden kokusu...
Koku karşısında yenik düşünce sağ elim, burnumu ve ağzımı kapatacak şekilde pozisyonunu aldı. Adının Dean olduğunu söyleyen çocuk önümde yavaşça yürüyor, kokudan hiç rahatsız olmamış gibi rahatça her bölmenin en ince ayrıntısına kadar tarıyordu.
Dean, uçağın sol tarafında kalan rafları incelerken ben de sağ taraftaki rafları incelemeye koyuldum. Bir işle meşgul olunca kokuyu artık umursamamaya başlıyordum bu da beni bir hayli rahatlatıyordu.
'Gelmişken yiyecek ve temiz giysiler bulursak onları da almamız iyi olabilir.' Dediğimde, bir an ölen insanların eşyalarını kullanacağım düşüncesi, vücudumu bir ürperti ile kaplanmasına neden oldu.
'İyi fikir.' Sesindeki endişeyi fark ettiğimde neye böyle bir tepki verdiğini merak ettim. Her zaman ki gibi merakıma yenik düşüp, bakışlarını takip edince gözlerini sabitlediği şeyi görebildim. İç sesimin bile dili boğazına kaçtığında, ölümcül bir sessizlik hakimiyetini ele geçirmişti. Bir gördüğüm şeyi algılamaya çalışıyor, bir de bal gözlerinin sahibine bakıyordum. Gözleri koyulaşırken yüzünde gergin bir ifade belirdi.
'Annem.' Dedi, boğuk bir sesle.
Bakışlarımı annem dediği kadına çevirdim ve bu sefer acı bir his vücudumu kapladı. Belli ki patlama sırasında ölmüştü.
Kadının yüzünün yarısından fazlası yanmış, oğlunun bile zar zor tanıyabileceği bir hale gelmişti. Vücudunun kalan kısımlarını kaplayan kıyafet, yok yok kıyafet değil. Kumaş parçaları isten dolayı eskiden renkliyseler de, artık bu kadın gibi canlılığını kaybetmiş, siyaha bürünmüşlerdi.
Kadına bakarken gözlerim, kemerinin orada birleştirdiği ellerine kayınca, göz ucuyla parlak bir şey gördüm.
Dean, benim dikkatli bir şekilde baktığımı fark etti ve bakışlarımı takip etti, neye baktığımı anlamış olacak ki annesine doğru bir adım atıp ellerini uzattı. Kadının ellerini ayırmaya çalışırken baya zorlandığını görebiliyordum.
Yapma!!!
Evet yapma diye haykırmak istiyordum ama yapamıyordum.
Annenin korumaya çalıştığı şeyi elinden almaya çalışma.
İçimdeki sesler, birbirlerine girerlerken onları susturmaya çalışıyor gibi başımı sağa sola sallıyordum. Önümdeki sahneyi izledikçe, seneler öncesinde başıma gelen olayın hatıraları, göz önüme geliyor, gözyaşlarım yanaklarımda yol çizmeye başlıyordu.
'Anne...' Sesimin sesli bir şekilde çıktığını anca belli bir zaman sonra fark edebilmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Dünya
FantasiaBir zamanlar, ejderhalar ve insanlar dünyaya hüküm sürerken anlaşmazlıklar sonucunda, aralarında savaş çıkmış ve bunun üzerine insanlar, ejderhaları öldürebilmek için Ejderha Avcıları adında bir birlik kurmuştur. Leila, en yakın arkadaşı bir ejderha...