24. Bölüm

29 17 1
                                    

Vretto'dan

Welss'in kelimelerini toparlamasını beklemek eziyetten farksızdı.

" Hadi artık ama !"

Welss bana delen bakışlarla baktı.

" Biraz sabretsen ölürsün zaten. Dünyada Afrika denilen bir kıta var. Bu kıta büyüyle en yakın bağa sahip insanların yaşadığı yer. Gücü kullanmasalar da ellerinde bazı kitaplar var ve diğer insanlar gibi teknolojiyi kullanmıyorlar. Bugün biz dünyaya gittiğimizde New York, Londra ve Paris'te onları Tweg büyüsü hazırlarken yakaladık. Diğer insanlara çok sinirliler ve büyü ile bütün şehri havaya uçurmak istiyorlardı. Kaosu yaratmak isteyen Ult değil onlarmış." dedi.

Bu ne demek oluyordu şimdi ? Birkaç kaçık Afrikalı büyücü ile mi uğraşacaktık ?

" Peki bu konuyu sonraya saklayalım ve şu kelle ile ne yapacağımızı düşünelim. Bu taşlarla ne yapacağımızı bilmiyoruz ki." dedi Gint elindeki kafayı göstererek.

" Taşları birleştireceğiz. Bunlar büyük ve bütün bir taşın parçaları." dedi bastonla yürüyen yaşlı bir kadın arkadan.

" Sizi büyükannemle tanıştırayım. Bunca zamandır görünmek istememesinin kendince sebepleri var ve emin olabilirsiniz ki taşlar söz konusu olmasa yine görünmezdi." dedi Welss. Bunca zamandır burada olmamıza rağmen tanışmak bir yana hiç görmemiştik bile gerçekten.

" Bu taşları o kafadan sökmemiz lazım. O kafayı şu ortadaki masaya koyun." dedi yaşlı kadın.

Gint kafayı masaya bıraktı.

Kadın bastonu masanın kenarına dayadı ve ellerini kafanın iki yanına doğru açtı. Temas etmiyordu. Ellerini seri bir hareketle kendine çekti ve 7 taş kafadan çıktı. Serbest büyü enerjisi, hava, su, ruh, kan, yıldırım ve gölge taşı. Ateş cehennemin olduğu için bir taşa sahip değildi. Kaynağı Lilith'in kalbiydi. Toprak zaten hiçbir zaman hapsedilmemiş bir elementti. Buz ise şu zamana kadar duyulmamıştı çünkü birkaç kitap karıştırmış ve bu elemente dair hiçbir şey görmemiştim ve Finn'le beraber gelen kadim bir element olmalıydı. En azından ben böyle düşünüyorum.

Taşları çıkardıktan sonra Gint'e kafayı oradan alması için işaret yaptı. Gint sessizce kafayı aldı. Taşlar havada çember oluşturacak biçimde duruyordu.

" Süzül ey Güzel Tanrıça,
Kalbin bütündür artık.
Sana ferah ve güzel elbiseler,
Ve elementlerin gücünden diyarlar yakışır.

Gel ruh süzül buraya,
Kan beden ve canlılık ver,
Su dindir bu ölüm ateşini,
Hava savur ateşin küllerini,
Gölgeler korusun seni,
Yıldırımlar versin kudret,
Sen Güzel Tanrıça geleceksin bu dünyaya elbet,
Serbest enerji seni sarmalayacak ilelebet. "

Okuduğu şiir veya destan artık her neyse bu sözlerle beraber taşların hafifçe başladıkları dönme hareketi sözlerin bitimiyle iyice hız kazandı ve enerji formuna geçmeye başladılar. Enerji bir kadın vücuduna şekil veriyordu. Işıldamaya başladı. Herkes başta izlese de ışığın parlaklığının iyice artmasıyla gözlerimizi kapatmak zorunda kaldık.

Gözlerimi ovuşturarak açarken hala daha siyah noktalar gözümün önündeydi. Önümüzdeki masanın üzerinde bağdaş kurmuş, bembeyaz elbiselerin içerisinde uzun kızıl saçlara ve bembeyaz bir tene sahip bir kadın oturuyordu. Huzur içindeydi.

" Gözlerini açmayacak mı ?" dedi Finn.

" Açacak." dedi yaşlı kadın.

Gözlerini yavaşça açmaya başladı. Gözleri koyu maviydi. Yarım bir şekilde gülümsemeye başladı.

" Beni o uzun uykudan uyandırdığınız için teşekkür ederim." dedi.

" Gerçekten de güzelmişsin." dedi Drake. Aptal. Güzel tanrıça lafına gönderme yapmanın gerçekten de sırası mıydı ?

" Teşekkür ederim. Yıllardır paramparçaydım. Sürekli olarak işkence görüyor gibiydim. Sizler beni kurtardınız. Bunun için de çok teşekkür ederim." dedi.

Nasıl yani ? Taşları bir kadını geri getirmek için mi ele geçirmiştik ?

" Peki ya büyü dünyasının dengesi ne olacak ? Taşların gücünün bu dünyaya yayılması gerekmiyor muydu ?" dedim.

" Ben zaten bu dünyayım." dedi.

Herkes heyacanla ve hayranlıkla bakıyordu. Karşımızda gerçekten bir tanrıça duruyordu.

" Şey, yani çalınan elementler aslında senin vücudundu." dedi Rosa.

" Evet öyleydi güzel kız."

" Peki ya Buz ?" dedi Finn.

" Buz bana ait değil. Tıpkı toprağın da olmadığı gibi. Toprak çok büyük bir yapı ve o tamamen insanlara ve büyücülere ait. Buz ise sana. Sen Ayazın Elçisi'sin." dedi. Finn'in gözleri fal taşı gibi açılmıştı.

İşler gittikçe karmaşıklaşıyordu. Gözlerini Finn'den Gint'e çevirdi.

" Sen Gölge elementinin kullanıcısı, Gölgeler Şehri'nde Gratna'nın istilasından önce hüküm süren Gölge Hanedanındansın."

Betty'e döndü.

" Sen de Yıldırım Hanedanındansın. Asıl varisler sizsiniz."

Bana döndü.

" Sen Vretto, dev soyunun kralısın ve bunun onuruna halkının şu anda yaşamakta olduğu ve kalkanın dışında bulunan Hilal Ada'yı kalkanın içerisine dahil ediyorum." dedi.

Bu bugün aldığım en güzel haber olabilirdi. Halkımı hiç tanımasam da şu anda tanıma fırsatım olabilirdi ve ben bir kraldım. Daha büyük sorumluluklarım olacaktı elbet.

" Buradaki sürem doldu. Sizler savaşçılar gücün kalpten geldiğini asla unutmayın. Kalplerinizde umut ışığı daim olsun." dedikten sonra parladı ve kayboldu.

Herkes birbirine bakıyordu.

" İlk olarak şu veraset işlerini tamamlamamız gerekecek. Tahta çıkması gereken 2 kraliçe ve 1 kralımız var. Büyü Dünyası'nın kaosa sürüklenmesini istemeyiz." dedi Welss.

Yaşlı kadını aradı gözlerim ama yoktu. Gitmişti.

" Hilal Ada bizim doğumuzda olmalı, doğu sahilimizden saldırıya uğradık ve seni de oraya bir gemi ile götürmeliyiz. Barış istiyoruz ve bunu kesinlikle sağlayacağız." dedi Welss.

Herkes yorgun olmasına rağmen kafasını gözlerden okunan inançla salladı. Başaracaktık, sadece burada değil insanların dünyasında da barışı sağlayacaktık.

BEYAZ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin