Arabadan indiğimde sabahın erken saatlerinde Ankara'nın buz kestiren soğuğu içimi titretirken üzerimdeki cekete sarılıp kaldırıma çıkarak bakışlarımı ayırmadığım yere gitmek için geniş sokağa girdim.Kalabalıklığı bu saatlerde azalmış olan sokakta tek tük kişiler vardı. Kimisi duvarın köşesine sinmiş kusuyor, kimisi sarsak adımlarla yürümeye çalışıyordu.
Leon'u görüp Doruk'a bakmak istesem de olayları büyütmemek için önünden hızla geçip sokağın sonundaki kapıların kapatıldığı gece kulübüne ilerledim. Bu sokak fazlasıyla para dökülen kulüplerin, Ankara'nın genellikle saygın ailelerinin çocuklarının takıldığı kulüplerdi. Aklı olan kimse buralara bu paraları dökmezdi. Gecelik bir başkasının ev alabileceği paranın yazdığı hesap çıkartıyorlardı.
Buranın asıl özelliği lüks olması değil, lüks görüntüsünün altında gelenlere sunulan imkanlardı. Sokak başlarında bulamayacakları malları buralardan alabiliyorlardı.
Takım elbise giymiş korkutucu görünümlü adamın kapattığı kapıya baktım. Kapı tam kapanmadan ayağımı koyduğumda adam sert bakışlarını bana çevirdi. "Kapandı, almıyoruz daha kimseyi." Cüsseli adamları özellikle seçtiklerini biliyordum. İnsanın baktıkça bile bulaşası gelmiyordu.
Gözlerimi üzerinde gezdirdim. Hafif hasar alarak adamı yere sererdim. İçime dolan özgüvene gülmek istesem de surat ifademi değiştirmeyerek içeri girmek için adımladım. Omzumdan sertçe ittiğinde geri uçup yere yapışmamı bekliyordu muhtemelen ama geriye bir adım giderek dengemi korumuştum.
"Belanı mı arıyorsun kızım bas git işine." Yanağımın içini dişlerken, "Sen mi vereceksin belamı," diye sormaktan kendimi alamamıştım. Bu korumayı biliyordum, geçen yıl beni yaka paça dışarı atmaya çalışırken tekmemden nasibini alan kişiydi. Onu hastanede yatıracak kadar kuvvetli bir tekmeyi münasip bir yerine atmıştım, şu an burada olmasına şaşırıyordum açıkçası. Kalıcı hasar vermiş miydim acaba?
"Bas git sabah sabah dert açma başıma." Sırıtırken, "Beni hatırlamadın mı," diye sordum. Gözleri üzerimde gezindi. "Tekmemi hatırlıyor olmalısın." Gözleri kısılırken eli gayriihtiyari bir yerlerine kapanmak için hareket etmişti ama son anda kendine engel oldu. Kahkaha attığımda öfkeyle yumruğunu sıktı. "Unutmamışsın."
Bakışlarımla kulaklığını gösterdim. "Sahibini çağır bana."
Koca yumruklarını sıkıp açarken muhtemelen şu an beni yere serse işten atılıp atılmayacağını düşünüyordu. Eninde sonunda potansiyel bir müşteriydim ve sahibiyle aramda bir münasebet de olsa, görenlerin böyle bir mekana gelmeyi bırakacağı manzara sunardı etraftakilere.
Omzuna çarparak içeri yürüdüğümde boşalan kalabalığın geride bıraktığı koku yüzümü buruşturmama sebep olurken geniş alanda yürüyüp merdivenlerden indiğimde beni karşılayan alanda gözlerimi gezdirdim.
Etrafı temizleyenler, bar kısmında bardakları silenler dışında kimse yoktu. Adımlarım locaları geçip terasa açılan koridora ilerledi.
Dış kapıda duran gibi iki tane kocaman adam teras kapısında düz suratlarıyla koridora bakarak bekliyorlardı. İçeri herkes alınmıyordu.
İkisine de bakmadan yürüdüğümde bana sorun çıkaracaklarını sansam da teras kapısını çekti biri. İçeri girdiğimde burnuma dolan ot kokusu yüzümü buruşturtsa da açık hava olduğu için hemen dağılmıştı.
Bakışlarım teras duvarının üstüne oturup sırıtan suratıyla beni izleyen kişiye döndüğünde ceketimin cebine sıkıştırdığım elim yumruk oldu. Puşt.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MATRUŞKA || AA (KİTAP OLDU!)
ActionUYARI! Son 10 bölüm kitap olacağımız için kaldırılmıştır, bizi Parola yayınları hesabından takip edebilir, basıldığımızda kitapçılardan ulaşabilirsiniz. Dilerim kitaplığınızda yer edinebiliriz. ❝Mürekkebin soluk rengi beyaz kağıdı kirletirken, roll...