Aşık olmak belli kalıplara sığdırılabilir miydi? Ya da aşık olmanın-yahut aşkın- belli başlı kavramları var mıydı? Aşık olduğumuz insanda ne gibi özellikler arardık? Aşktan beklediğimiz tam olarak neydi?Aşk; bir sürü cevapsızlığın içinde cevap aramaya çalışırken, yolun sonunu görmek için diretmek ya da daha yolun başından pes etmek arasında gidip gelmekti. Aşkı kurallarla sınırlandıramazdınız.
Aşktaki tek kural, kural tanımamaktı.
Bazen sevdiklerimiz mutlu olsun diye doğru olduğunu sandığımız hatalar yapardık. Ve gerçekleri fark etmemiz zaman alırdı. Kulaklarımız etrafımızdaki tüm seslere kapanır, yalnızca kendimizi dinlediğimiz anlar olurdu.
Taehyung Seul'e dönmek adına bindiği otobüse adımını attığı ilk anda kendini dinlemeye bırakmıştı. Yaşadıkları ona hazmetmesi ağır şeyler öğretmişti. Hayatı boyunca mutlu olmayı ertelemiş, kapısına kadar gelen fırsatlara yüz çevirmişti. Şimdi attığı her kahkahada ve attığı kahkahalarla kasılan karnıyla yaptığı hataya bilmem kaçıncı kez pişman oluyordu. Sanki buraya Mark'ı eğlendirmeye gelmemişlerdi. Sanki buraya sözde kaplanlar için gelmemişti.
O Mark'ın elinden tutmuş onun heyecanına ortak olup önden koşarken, Jungkook -olması gerektiği gibi- bir yetişkin edasıyla onların peşinden ağır adımlarla ilerliyordu. Öyle ki bir ara onlara yetişememiş ve yeniden bulması yaklaşık 15 dakikasını almıştı.
Taehyung ile Mark önce aslanları görmüştü. Ardından kaplanları ziyaret etmişler, birlikte maymunlara muz vermişler ve fillere fıstık uzatırken ellerine değen hortumlarıyla çığlık çığlığa bağırmışlardı. O kadar eğlenmişlerdi ki hızla ilerleyen saatlerin farkında bile olmamışlardı. Neyse ki kısa zaman sonra guruldayan karınları nihayet farkına varmalarına neden olmuş ve onlar istemeden de olsa hayvanat bahçesinden ayrılıp doymak için bir restaurant aramaya başlamışlardı. Birkaç sokak ötede budukları klasik ama tıpkı filmlerdeki gibi köşe başlarında yer alan ramenciye kendilerini zor atmışlardı. Yemek yerken de eğlencenin dibine vurmuşlar ve tüm bunlar olurken Taehyung orada yalnızca Mark ve kendisi varmış gibi davranmıştı. Jungkook'un onlara bakmadığını düşündüğü tüm zamanlarda -ki birçoğunda yakalanarak göz göze gelmişleri- kaçamak bakışlarını üstünden eksik etmemişti. Kalbinde artan kasılmaları özlemişti.
Nihayet yemekler bitip karınlar doyduğunda, güneş çoktan batıp yerini ayın güzelliğine bırakmıştı. Sabahki soğuk hava ise artık daha dingindi. Ufak adımlarla onlar yine önden Jungkook ise hemen arkalarından yürümeye başlamışlardı. Sessizliği bozan yanında yürüyen küçük beden oldu.
"Taehyung?"
"Hım?"
"Havai fişekleri izlemeye gidebilir miyiz?"
Taehyung duyduğu soruya cevap vermeden kısa süre Jungkook ile bakışmış, Jungkook ise fark etmediğini belirten şekilde omuzlarını kaldırıp indirmişti. Tanrı biliyordu ya sırf Taehyung ile biraz daha vakit geçirebilmesine neden olduğu için eve gittiklerinde oğlunu öpücüklere boğacaktı.
"Neden olmasın?" diye yanıtladı sonunda Taehyung küçüğünü göz kıraparak gülerken.
Taehyung gülerken çok güzel oluyordu.
Jungkook o gülüşe bakarken ilki kabul olmasa da bir kez daha dua etti içinden, lütfen böyle gülmeye devam etsin.Han Nehri'nin kıyısı geldikleri yere göre çok daha kalabalıktı. Geleneksel havai fişek gösterileri başlayalı çok oluyordu. Taehyung buraya genelde Jimin'le gelirdi. Eskileri yad etmeden edemedi. Huzurlu bir ifade yerleşmişti şimdi yüzüne.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
doctor of killer's | taekook
FanfictionHayatta herkes bir şeylere tutunmakla yükümlüydü; kimi sevgiye, kimi nefrete, kimi paraya, kimi güce... Tüm seçenekler uzayıp giderdi. Taehyung ise daha ilk seçenekten elenmişti. yoonmin namjin