Ep|30

5.8K 525 128
                                    



-Taehyung-

Zaman ilaç olarak kullanıldığında işe yaramazdı hiç. Dala takılmış bir uçurtmayı bekleyen çocuğun umuduna benzerdi çoğu zaman beklentilerimiz. Akışına bıraktığında ise nasıl geçtiğini anlamazdık bile.

Kış Daegu'da oldukça sertti. -Daegu'da kışlar her zaman sert geçerdi gerçi ama bu durum başkaydı.- Yalnızdım. Üşüyen yanlarımı saracak kişiler yoktu. Jimin son telefon görüşmemizden sonra -hiç ihtimal vermemiştim oysa- dediğini yapmış ve yanıma gelmediği gibi aramamıştı da. Ben aradığımda ise ısrarla konuşmayı reddediyordu. Yoongi hyungun açtığı hoparlörden gelen itirazlar hiç iç açıcı değildi. Fakat tuhaf bir şekilde arayan Yoongi hyung olduğunda, biz telefon görüşmemizi bitirene dek baş ucundan ayrılmıyordu. Bunu nefes seslerinden anlayabiliyordum. Konuşmasına yahut Yoongi hyungun belirtmesine gerek yoktu.

Ben...

Ben sadece yaşamıştım. Öylesine. Eğlencesine. Babamdan kalan para ömrüm boyunca çalışmasam bile bana yetecek kadar çoktu. Sanırım ona en çok bu konuda minnettardım. Zira doktorluk olan mesleğimi icra edemeyecek kadar vasat bir haldeydim. Kendine faydası dokunmayan biri bir başkasına ne yapabilirdi ki?

Dalından kopan yaprak gibi savruluyordum oradan oraya. Kabul etmek istemesem de acınası bir haldeydim. İç sesimle çatışmam aylardır son bulmuyordu. Aylardır. O kadar zaman geçmişti işte. Ve ben bunu bu sabah uyandığımda posta kutuma bırakılmış Hoseok hyungun düğün davetiyesi ile fark edebiliyordum ancak. Şimdi oturma salonunda masaya bırakmış olduğum bu süslü kağıt parçası ile satırlarını okuduğumdan beri bakışıyorduk. Harfler bulanıklaşarak kayboluyor ve okunmaz bir hal alıyordu. Kimseye kırgın ya da kızgın değildim. Beni unutmamış ve çağırmış olmaları bile büyük bir lütuftu benim için. Çünkü ayrı kaldığım bu süre zarfında kendimi sadece Jimin ve Yoongi hyungdan değil, sahip olduğum tüm herkesten soyutlamıştım. O yüzden tüm bunları hak ediyordum.

Öfkeliydim.

Yaklaşık 2 saattir gözümün kararmasına ve göğsümün daralmasına sebep olan bu berbat duygu yalnızca kendimeydi. Çünkü benim olmayışım kimsenin hayatında bir etki yaratmamıştı. Herkes yaşamaya devam etmişti. Ne bekliyordum ki? Benim acım yüzünden tüm dünyanın durmasını mı? Hayır. Sadece böylesine iğrenç hissettiğim tüm anlarda bana kendimi iyi hissettirecek bir çift sıcak kolun bedenimi sarmasına.

Jungkook...

Onun adını değil anmak, zihnimin kuytularında dolaştırmak bile büyük bir vicdan azabının kalbimde kol gezmesine neden oluyordu. Keşke böyle bitmeseydi diyen yanım bir türlü susmak bilmiyordu. Köşeye sıkışmış gibi hissediyordum ve bu durum boğazıma ellerini dolamış beni boğuyordu. Hala karşımda duran bu davetiye bana sanki mutlu olmanın da mümkün olduğunu bağırıyordu.

Geç mi kalmıştım tüm her şeye? Herkese? Kafamda bunun muhasebesini yaparken yeniden Seul'e dönme olasılığım beni heyecanlandırıyordu. Belki de ihtiyacım olan tek şey bir 'neden'di ve Tanrı şimdi bana onu yolluyordu.

Davetiyenin alt satırındaki tarihe ilişti gözüm. Yalnızca 3 gün sonrasını gösteriyordu. Ellerimle yüzümü sıvazlayarak ayaklandım. Böylesine geç kalınmışlık birkaç günlük hızlandırılmayla telafi edilmezdi belki ama kaybedilmiş bir geçmiş için de elimizden bir şey gelmezdi. Bugünden sonrasına bakmalıydık. Belki de en başından beri olması gereken buydu ama insanoğlu başına kötü bir olay gelmeden anlayamıyordu bunu. İnsanların tavsiyeleri manasız geliyordu. Kişi yaşadığını biliyordu.


Aylar evvel beni evimden uzaklaştıran o otogardaydım yine. Fakat bu sefer içimde tatlı bir burukluk vardı. Jimin'i özlemiştim. Öyle böyle bir özleme değildi bu hem de. Evimden ayrı kalmaktan daha çok koymuştu bana. Kalbimin bir tarafı boşlukta gibiydi hep. Eksiktim. Ve bu eksiklik Jimin hariç kimsenin tamamlayamayacağı türdendi. Beni görünce verecek olduğu tepki kalbimin sıkışmasına neden oluyordu. Umarım önce kollarını sarardı. Daha sonra söyleyeceği ve yapacağı her şeye razıydım.

doctor of killer's | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin