Dün gece terk edilen benliğim ve kalbimle kahvaltı yaparken aldığım her lokma boğazımı yakıyordu.
Ağlamamak için direnirken, gözlerim her an göz yaşlarının özgürlüğüne izin verecekmiş gibiydi.
Belki yalnız olsaydım bu kadar çabalamazdım fakat yardımcım Aheste'nin varlığı yalnızlığıma engel oluyordu.
"Başka ne arzu ederdiniz Hüma Hanım?" Nezaketle sorarken ses tonu endişeliydi. Fakat alışmış olması gerekiyordu bunca zamandır yanımızda çalıştığı için bitikliğime.
"Teşekkürler Aheste. Her şey var zaten." Diyerek gülümsediğimde bana kafasını hafif eğerek karşılık verdi.
"Bugün oğlunun doğum günüydü değil mi?"
"Ah, evet hanımefendi. 10 yaşına girdi." Cevap verirken sesinde cıvıl cıvıl bir neşe vardı. Saf sevgisiyle konuşuyordu her zaman oğlu hakkında. İyi bir anneydi.
"O zaman çıkabilirsin. Bugün izinlisin." Dememle kalmakta ısrar edecek gibi olurken konuşmasına izin vermeden devam ettim. "Oğlunla geçir bu güzel günü."
"Teşekkür ederim Hüma Hanım."
Gülümsedim ve kahvaltıma devam ettim. Bu hareketim hem Aheste'ye güzel bir jest olsun diyeydi hem de yalnız kalabilmeye ihtiyacım olduğu içindi.
İçime ağlamak artık canımı yakarken haykıra haykıra ağlamam lazımdı. Bana iyi gelebilecek tek şey buydu.
Belki gözyaşlarımla birlikte, ona olan aşkım da akıp giderdi.
Aheste son kez kalmak için ısrar ettiğinde lüzumu olmadığını söyleyip onu yolcu etmiştim bir bakıma. Kahvaltı masasını toplayıp mutfakta olan işimi bitirdiğimde salona geçtim elime kahve kupamı da alıp.
Gözyaşlarımın sağanağı daha başlamadan İstanbul'da yağmur yağmaya başlamıştı.
Kasvetli İstanbul manzarasını boydan boya seren camın önündeki tekli koltuğa oturdum. Dumanı tüten kahvemden bir yudum aldığımda sıcaklıktan dilim yanmıştı.
Dalgın dalgın manzaraya kapıldığımda aklıma yine o düştü her zamanki gibi...
Ne yapıyor olduğunu düşündüm her ne kadar canımı yaksa da olabilecek ihtimaller.
Kollarında adını bilmediğim o malum kadınla uyuyordu belki de. O hep geç uyanırdı çünkü. Ya da geceleri geç geldiğindendi geç saatte güne başlaması. Bilmiyordum.
Yanaklarımı ıslatmaya başlayan yaşlar kalbimi de sel altında bırakıyordu.
Ağlamam saatler sürecekti. Farkındaydım. Peki böyle devam etmesine izin verecek miydim? Bu kadar zavallı biri mi olacaktım?
Ah, ben de bir zamanlar gururlu bir kadındım.
Sonra onun aşkına saplandım. Her gün daha da batarken ben... o buna aldırış etmiyordu. Hatta bazen bataklığında olduğumun farkında bile olmadığını düşünüyordum.
Elimde olmadan telefonumu elime aldığımda mesaj atıp atmama konusunda tereddütteydim. Çok mu sıkmış olurdum? Benden daha mı fazla uzaklaşırdı? Hem uyanmamış da olabilirdi. Onu mesajla uyandırırsam uykusundan sinirlenebilirdi.
Bu adam cesaretimi infaz ediyordu.
Kararsızlığımın eşiğindeyken bir mesaj geldi ansızın.
"Bugün eve uğramayacağım." Harflerden bile soğukluğunu hissederken acıyla yutkundum.
Uyanmıştı. Belki de o kadın onu öperek uyandırmıştı.
Gözyaşlarımın şiddeti arttığında gökyüzü gürleyerek eşlik etti hıçkırıklarıma. Dişlerimi sıktım. Bu kadar güçsüz olmamalıydım fakat konu Gökhan olunca her seferinde daha da uzaklaşıyordum esas benden.
Parmaklarım dakikalar sonra iznim olmadan koskoca bir yalan yazdı.
"Tamam. Zaten ben de evde olmayacağım." Ve gönderdim.
Sanki umrundaymış gibi.