Aynadaki genç kadını görmeyi belki de yüzlerce kez hayal etmiştim.
Bembeyaz bir gelinlikle, uzun duvağıyla ve yüzündeki sahici gülümsemesiyle...
Onun yerine şu an beyaz diz üstü elbiseyle, kırık bir tebessümle ve şişkin karnıyla görüyordum o kadını. Kendimi... Biraz sonra kıyılacak olan nikahımız için biraz heyecan taşıyor, bunu karnıma elimi götürüp bebeğimi hissederek atlatmaya çalışıyordum. Hayallerimdekinin zerresi bile etmeyen bu nikah için bile heyecanlanıyor olmak beni biraz da kahrediyordu ama yine de bunu büyütmemeye çalışıyordum. Devam etmeliydim gülümsemeye...
Nihayetinde sıranın bize geldiğini haber verdiğinde hiç tanımadığım biri, titreyen bacaklarımla salona yürümeye başlamıştım. Kalbimin atışları, kısa topuklularımın çıkardığı sesi bir yorgan edasıyla örtüyor, her adımımda biraz daha hızlanıyorlardı. İçeriye girer girmez gözlerim sevdiğim adamı hemen odağına almıştı. Gökhan'ı... O ise çoktan masanın yanındaydı ve nikah şahitlerinden biriyle bir şeyler konuşuyordu. Nikah şahitlerinin ikisini de tanımıyordum. Onların dışında ise yine asla tanımadığım kişiler vardı salonda. İçeride olan tek tanıdığım kişi Gökhan'ın annesiydi ve onun da bakışları tam olarak beni hedef almıştı. Suratı asık bir biçimde oturmuş bana bakıyorken ona bakmayı kesmek istemiştim ve adımlarımı hızlandırarak masaya yönelmiştim. Çünkü bakışlarında gördüğüm tek şey tiksinti oluyordu ve bunda haklı olması ise daha bet hale getiriyordu beni.
Gökhan bana baktığında ufak bir tebessümle yanıma ulaşmış ve elimden tutmuştu. Bu ufak tebessüm beni biraz olsun rahatlatmış ve benim de tebessüm etmemi sağlamıştı.
Bu ufak da olsa güzel hareketleri bile beni yeniden umutlandırmaya yetiyordu. Hem beni son zamanlarda yok saymayı da bırakmıştı. Daha doğrusu boşandığından beri diyebilirdim. Eskisi gibi değildik yine de. Bana daha iyi davranıyordu ama bu tıpkı bir arkadaşına davrandığı gibiydi. Beni üzmemeye çalışıyordu. Hatta ailemize uygun bir hale getirmeye bile çalışmıştı evimizi. Bir bebek odası bile yaptırmaya başlamıştı. İçten içe bir yanım tüm umutlanmalarımı tuzla buz ediyordu.
Sandalyemi çekti ve oturmama yardımcı olduğunda gülümseyip oturdum sakin kalmaya çalışarak. İçimdeki hislerin heyecan ağırlıklı olduğunu bilsem de aslında mutlu olup olmadığımı bilmiyordum. Bir takım hisler vardı ki düşünmeyi erteleyip duruyordum. İçimi sıkıyor, beni yavaş yavaş tüketiyorlardı bu hisler.
Nikah memuru da yerini aldığında bir şeyler söylemeye başlamıştı ama aklım odaklanmamakta kararlı gibiydi. Duymuyordum yalnızca yüzleri inceliyordum dalgınca. Gökhan'ın annesinin telefonuyla ilgilendiğini görüyordum. Geri kalan birkaç kişinin ifadesiz suratlarını inceliyordum. Tek bir tanıdığım dahi yoktu. Bir tane bile... Böyle mi olacaktı en mutlu günüm diye düşünmeden edemiyordum.
"Siz Gökhan Erdemir, iyi günde, kötü günde; hastalıkta sağlıkta Reşit kızı Duygu'yu eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?" sorusu irkilmemi sağladığında, babam olacak adamın ismini işitmek beni germiş ve yüreğimin ince bir sızıya yakalanmasını sağlamıştı. Sadece isminin anılması bile beni bu kadar korkuturken güven ararcasına Gökhan'a bakamadan edememiştim. Ona baktığımda ise masaya durgunca bakıyor olması o kadar yalnız hissetmeme neden olmuştu ki kendimi... Güven beklediğim adamın gözlerindeki umutsuzluğu, isteksizliği görmek beni bir anda paramparça etmeye yetmişti. Az önce korkuyla gerilirken şimdi şiddetle ağlamamak için kendimi zor zaptediyordum.
Bu kadar mı sevmiyordu? Bu kadar mı istemiyordu beni?
Ağır ağır yutkundu ve misafirlerin girdiği kapıya doğru bir bakış attığında tahmin ettiğim şeyle öylece kalakaldım. Hâlâ onu mu bekliyordu? Hâlâ bir umudu kalmış mıydı gerçekten?
Sonra bunun olmayacağını anladığından olsa gerek gözlerini oradan çekti ve nikah memuruna çevirdi. Sakince bir "Evet." çıktı ağzından.
Bu tek bir kelimeyle dünyanın en mutlu kadını olmam gerekmez miydi peki? O zaman neden adeta ölmek istiyordum?
Nikah memuru aynı soruyu bana tekrar ederken her şey yavaş çekimde ilerliyor ve saniyeler ruhuma işkenceler etmesine yardım ediyordu duygularımın... Şaşkınca yanımdaki adama bakmaya devam ediyorken soru bittiğinde cevap verememiştim. Çünkü bir şey söylemeye kalksam hıçkıra hıçkıra ağlayacaktım. Biliyordum bunu.
Gökhan sessizliğimle bana döndüğünde ona bakan dolu gözlerimi fark etmiş ve kaşlarını çatmıştı anında. Sorguluyor gibi bir hali vardı. Neden cevap vermediğimi düşünüyordu belli ki. Ona göre sadece onunla evlenebilmek için, hamile bile kalan gurursuz bir kadındım oysa ki. Yine de ağlamak istesem bile onun omuzlarında bunu yapmak istediğimi biliyordum. Yine de yaralarımı tekrar kanatacağını bile bile ona sığınmayı göze alıyordum. Her seferinde...
Nikah memuru tekrar soruyu yineledi uzun sessizliğimden sonra.
"Peki siz Duygu Değirmenci. İyi günde, kötü günde-"
Ama hayır bu sefer kendime bunu yapmayacaktım.
"Hayır."
Şaşkın bakışlara bürünen ifadesiz suratların gözü önünde ayağa kalktım ve yanımda oturan adama çevirdim yüzümü.
"Beni sevmemiş ve asla da sevmeyecek bir adam için bir de bunu yapamam artık." gözyaşlarımın akmasını engelleyemezken devam ettim sözlerime yakınırcasına... " Seni o kadar çok sevdim ki Gökhan Erdemir. Sana kendimden daha çok değer verdim. Senin için gençliğimi harcadım. Senin için onursuz, gurursuz, hatta ahlaksız bir kadın olmayı bile göze aldım. Ama sen..." yutkunduğumda boğazımda kordan bir yumru oluşmuştu çoktan.
"Sen beni hiç sevmedin bile. Bende görmek istediğin kadını sevdin. Karını sevdin." Tüm salon susmuş sanki bir tiyatro sahnesini canlandırıyormuşuz gibi bizi izliyordu. Gökhan ise şaşkınlıkla sarmalanmış harelerini gözlerime kilitlemiş gibi donmuşçasına bana bakıyordu.
"Evet demeden önce bile şu kapıdan gelmesini umdun. Bu kadar seviyorsan onu niye beni kendine bağladın adi herif. Ben evli olduğunu öğrendiğimde seni defalarca reddederken neden çabaladın, neden umutlandırdın beni, beni sevdiğine?" hıçkırıklara boğulmak üzereydim ve kendimi zor tutuyordum. Ama bunlar artık son çırpınışlarımdı.
"Duygu otur şuraya." o kadar dediğim şeyden sonra yalnızca bunları demiş olması hüznüme öfkeyi de eklerken o ise benim gibi ayağa kalkmış ve kolumu tutmuştu sıkıca. "Bebeğimiz için bu nikahı kıyalım. Sonra istediğin kadar hesap sorarsın." ve böyle de duygusuzca devam etmişti cümlelerine. Böyle de devam etmişti beni mahvetmeye...
Yalnızca bebeğimiz içindi bu evlilik...Bebeğimiz için katlanacaktı bu cezaya, bu evliliğe, bana...
Kendimi tutmayı bırakmamla bir tokat savurdum ona ilk defa. Kafası sağına doğru döndüğünde bir süre bana dönmemesiyle bunu beklemediğini anlamıştım. Tıpkı "Hayır." dememi beklemediği gibi.
"Sen hiçbir şeye değmezmişsin." çatallaşan sesimle bu son cümlemi de söyledikten sonra hızla arkamı dönüp çıkış kapısına doğru ilerlemeye başladığımda gözyaşlarımın ardı arkası kesilmiyordu. Her adımımda aklıma güzel anılarımız geliyordu oysa ki... İlk tanışmamız, ilk buluşmamız, ilk öpücüğüm... Bu hayattaki en büyük korkum onu kaybetmek iken şimdi onu nikah masasında terk ediyordum.
En kötüsü de bunların ilahi adalet olduğunu biliyor oluşumdu. Bunları hak etmediğimi bile dile getiremiyordum.
Kendim için üzülmeyi bıraksam bile bebeğim için üzülecektim. Ona güzel bir aileyi asla veremeyecek olmama üzülecek, kahrolacaktım. Ama hayır. Onu asıl böyle sevgi barındırmayan bir aileye getirmekle en büyük kötülüğü yapardım bebeğime. Pişman olmamalıydım. Hayır Duygu.
Belki de hayatımda ilk defa doğru bir şey yapıyordum. En azından bunun beni teselli etmesini umabilirdim.
Yalpalaya yalpalaya yürürken çatallı sesimle tekrarlayıp duruyordum yine de.
"Geç bile kaldım. Çok geç kaldım."