Gururumu uzun zaman önce bir adam için katletmiş, bununla beraber kendime olan tüm saygımı da yitirmiştim.
Bu hikayenin kötü kadını olmaktan gocunmamış, aşk denilen o zehirli şeyin her geçen saniye bana hükmetmesine izin vermiştim.
Pişmanlık, vicdan, utanç... bunların hiçbirine aldırmamış olmak da benim suçumdu.
Ben yine de suçum, günahım ne varsa kabullenmeye razıydım. Ya karşımdaki adam?
"Hapları kesmiş miydin?" İlk sorusunun bu olduğunu duymamla küfür ettiğimde sessizce, gözlerini devirdi. Neyle karşılaşacağımı biliyordum neyse ki?
"Hayır. Ne sanıyorsun sen beni? Seni karından ayırmak için bir bebeği böyle bir hayata getirecek kadar iğrenç bir kadın mıyım ben?" Sustu. Belki de öyle sanıyordu.
Ama onunla tanışana kadar ben iyiydim. İyi bir kızdım. Kimsenin üzülmesine dayanamayan, herkesin yardımına koşan, hiçbir karşılık göremesem de insanlara sevgiyle yaklaşan biriydim. Beni böyle bir insana çeviren oydu. Bunu ne çabuk unutmuştu?
"Ne yapmak istiyorsun?" her bir harf kalbimi hedef almışken, içimdeki bu sızıyı yok saymakta bir hayli başarısızdım.
Boş bir ifademe ölü bir gülümseme yerleştiğinde kalbimdeki acıyı kamufle etmek istiyordum.
"Sen ister yanımda ol, ister olma. Ben bu bebeği öldürmeyeceğim." Ne zaman dolmaya başladığını bilmediğim gözlerime aldırmadan devam ettim. "Her ne kadar durumlar kötü de olsa..." karnımı tutup ufaktan gülümsedim. "O sevdiğim adamla benim çocuğum."
Tepkisine bakmak istemedim. Belki de istediğim tepkiyi alamamaktan korktuğum için bakamadım yüzüne.
Derin bir iç çekme duyduğumda ne diyeceğini bekliyordum. Muhtemelen bağırıp küfredecekti. Çok sevdiği karısıyla olan muhteşem evliliğini bozan bir sürtük olduğumu söyleyecekti. Sanki tüm bunları sadece ben yapmışım da, kendisinin hiçbir suçu yokmuş gibi.
Ama o sessizliğin sonu gelmedi. Ayağa kalkıp odayı terketti ve beni kendimle başbaşa bırakmayı tercih etti.
Gözyaşları üzerime düşerken karnımı okşayıp fısıldadım. "Özür dilerim. Bu olanlara tanık olmanı istemezdim." daha iyi ebeveynlere sahip olamayacağını bilmek içimdeki en büyük fırtınaları koparan yegane şeydi. Milyonlarca kez özür dilesem de affedilmeyecek bir hataydı benimkisi. Hiç kimse tarafından...
İçeriden bir takım konuşma sesleri işittiğimde kaşlarımı çatmamla tüm dikkatimi oraya vermiştim. İçimdeki merakı dizginlemek şöyle dursun konunun benimle alakalı olduğundan emin bir şekilde ayaklanıp koridora yöneldim.
Kelimeler daha belirginleştiğinde kalbime saplanan keskin acılarla duvara tutunmuştum.
"Bu kadar çabuk mu?" Bağırdığını fark edip sesinin volümünü azalttı. "Yüz yüze konuşmadan olmaz. Nerede olduğunu söyle geleceğim?"
Karşı tarafta kimin olduğu aşikardı. Ve bu sözler de beni ağır yaralamış, dinmek bilmeyen acılarıma yenilerini eklemekten geri kalmamıştı. Bu adam kendini ne sanıyordu. Bu hikayede benden daha günahkar biri varsa o da kendisiydi.
Madem karısını bu denli seviyordu, kaybetmekten korkuyordu. Neden onu aldatmaktan çekinmemişti?
Gökhan'ın kimseyi sevdiği falan yoktu. Sadece ne yaptığının kendisi bile farkında değildi. Dengesiz herifin tekiydi. Ama onu hâlâ seviyordum yine de... belki eskisi kadar güçlü değildi hislerim ama işte oradaydılar. Ne yazık ki...
Konuşmayı çoktan bitirmiş ve kapıya doğru -bana doğru- dönmüştü. Beni orada dikilir vaziyette gördüğünde duraksadı. Kendimi gizlemeye bile gerek duymamıştım. Aksine daha da geçişin ortasında durmuş ve çıkmasına engel olacak hizadaydım.