Neşe dolu kahkahalar atabilmek isterdim. Masada dönen güzel sohbete dahil olabilmek de... ama insanın içinde fırtınalar koparken dışarıda gökkuşağı çıksa da bir fayda etmiyordu.
Kızkardeşim anneme anlattığı olayları gülerek sonlandırırken durgunluğumu çoktan fark ettiğini de biliyordum. Annemin varlığı ortadan kaybolduğu an benden hesap soracağı belliydi.
Kader bu ya, annem ani gelen telefonla, ikimizi de öpüp yanımızdan ayrılmıştı. Bir çift meraklı göz beni esareti altına aldığında derin bir nefes aldım.
"Her zamanki şeyler Hazal. Her zamanki şeyler..."
Ne demek istediğimi anında anlamıştı. Ona her şeyimi anlatırdım çünkü. O benim kızlardeşim olmaktan başka en iyi dostum, sırdaşımdı da.
"Bitir o zaman abla. Ayrıl da kurtul ondan." Sinirli bir ifadeyle kafasını sağa sola salladı. "Hayır yani hiç mi guru-"cümlesini aniden kestiğinde kırdığı potun farkına varmıştı muhtemelen.
"Yok. Gururum yok." Deyip gülümsedikten sonra önümde yememek için direndiğim balıktan nihayetinde bir lokma almıştım.
Sessizlik hüküm sürmeye başladığında masamızda, karşımda oturan kızkardeşimin içini kemiren bir huzursuzluk olduğunu biliyordum.
Gökhan'dan tüm bu yaptıkları için nefret ediyordu. Elinde olsa onu bir kaşık suda değil bir damla suda bile boğardı.
"Ne kadar şanslıyım." Ansızın masamıza çalınan erkek sesinin kime ait olduğunu biliyordum. "Bu güzel hanımlara rastladığım için..." Çağın masamızın hemen yanında karizmatikliğiyle durduğunda ona çevrildi bakışlarımız. Bana direkt bakıyor olması alışıldıktı.
"Aa Çağın ağabey!" Gülümseyerek şakıdı Hazal. "Seni görmek ne güzel. Bize katılmak ister misin?"
Hazal'ın samimi cümleleri ve daveti üzerine gülümsedi ona Çağın. Sonra kuzguni siyahı hareleri beni buldu.
Gözlerimin içine bakarak "Memnuniyetle..." dedi ve boş sandalyedeki yerini aldı.
Çağın benim çocukluğumdan beri tanıdığım biriydi. Çocukken hiç anlaşamaz sürekli kavga ederken bu büyüdükçe değişti. Lise zamanlarında çok yakın iki arkadaş olmuştuk ama maalesef bunu bugüne kadar devam ettirememiştik.
Bunun sebebi şüphesiz Gökhan'dı.
19 yaşında Gökhan'la tanıştığımda Çağın bundan rahatsız olmuş ve gittikçe aramız açılmaya başlamıştı. Sanırım Gökhan'dan nefret etmesinden dolayıydı.
Kimi kandırıyordum ki? Gökhan'dan nefret ediyor olmasının sebebi bile Çağın'ın bana olan hisleriydi.
Hazal ve Çağın büyük bir sohbetin içine girmişken sık sık bakışlarının beni bulması aklımdaki düşünce karmaşasını daha da tetikliyordu. Bugünüm zaten boktan geçiyordu. Bir de sürekli düşünüp durmak beni aşırı yormuştu.
"İzninizle artık benim kalkmam gerekiyor. Artık iki eski arkadaş hasret giderirsiniz." Hazal anlamlandıramadığım bir anda kalktığında boş gözlerle ona bakıyordum. "Öpüldünüz." Diyerek masayı terk ettiğinde şaşkındım. Küçük tilki...
"Benimle konuşmak o kadar da kötü değildir. Bunu en iyi senin bilmen gerekir hatta, Hüma." Adımı hitap ediş biçimi çok farklıydı diğer herkesten. Ona eskiden bunun için kızdığımı söyleyip dururdum. Ama hoşuma gittiğini de inkar edemezdim.
"Unutmuş olabilirim. Uzun zaman oldu."
"Hatırlatmak için buradayım." Gözleri gözlerimden sapmazken titrekçe bir nefes aldım. Gergin hissediyordum.
"Arkadaşlığımıza son veren sen değilmişsin gibi..." dememle bıkkınca nefes verdi ve arkasına yaslandı.
"İkimiz de bunun nedenini biliyoruz Hüma." Daha sonra ilgiyle öne eğilip bana yaklaştı. "Akıllı bir kadınsın, biliyorum."
Harelerim iznim olmadan karakteristik yüzünü inceledi. Ama bunu yapmış olmam bile ihanet ediyormuşum gibi hissettirdi.
"Saat geç oldu ben..."
"Pekâlâ. Daha ne kadar kaçacaksın merak ediyorum." Diyerek kalktı ve sandalyesini çekti. Bunu dedikten sonra çekip gitmesini beklerken beni yine şaşırtarak elini kalkmam için bana uzatmıştı.
"Benden kaçmana izin vermeyeceğim." Tebessüm etti.
O tebesümün altında, gömmüş olduğu aşkın kalıntıları vardı.
"Daha önce cesaretsizce çok davrandım." Dedi eskiyi hatırlatarak. "Sana itiraf edemediğim şeyden sonra seni kaybettim. O günden sonra bir daha hiç korkakça davranmadım Hüma."
Kelimeleri kalbime battı. Orada izi kalmış eski bir yarayı tekrar kanattı.
Elimi biçimli ve büyük eline bıraktığımda beni yavaşça yerimden kaldırdı. Bir müddet elimi bırakmamıştı.
İçimdeki ihanet duygusu tekrar yeşermişken bunu sonlandıran ben olmuştum.
Gözleri elinden ayrılan elime düştüğünde küçük bir tebessümle bana baktı tekrardan. Karşımda bana değer veren tek adama gülümsedim ve omuz silktim.
"Nereye gideceğiz?" Diye sorduğumda bunu beklemediği belliydi. Onunla bir yere gitmek istememi düşünmemişti belki de.
"Çok sevdiğin bir yere..."
Benliğimi kemiren suçluluk duygusuyla birlikte beni götürmesine izin vermiştim.