Ben güçlü bir kadının kılığına bürünen paramparça bir kız çocuğuydum.
Kalbim aldığı her darbenin izini bir yük gibi taşırken sadece bunu gizlemeye çalışıyordum. Çünkü daha fazlasını yapacaklardı eğer bana zarar verdiklerini görürlerse. Hep daha fazlası olacaktı. Gitgide daha büyük yıkımlar yaşayacaktım ve bir gün toparlanamayacak hale gelecektim.
Gökhan'a karşı bile dik duruyordum ben... Bana en çok zarar vermiş olan adama... Ama o ne kadar güçlü görünsem de aldırmıyor ve her seferinde onarılması daha zor kırıklar oluşturuyordu ruhumda.
Ve sanırım en büyüğü de bu olmuştu. Artık emindim ki bundan fazlasını yapamazdı. Çünkü artık ben de buna izin vermezdim.
Belki de en başında, tüm bunlar yaşanmadan yapmam gereken şeyi yapıp ondan boşanacaktım. Peki bu düşüncenin nasıl hissettirmesi gerekiyordu? Acı, hüzün, öfke, mutluluk...
Hiçbirini hissedemiyor olmam neden kaynaklanıyordu?
Kocaman gözleri şaşkınlığa ev yaparken bana bakıyordu sessizce Duygu. Telefonu Gökhan'ın bir şey söylemesine izin vermeden kapattığımdan beri sadece düşünüyor ve art arda gelen cevapsız aramalara bakıyordum.
"Bu ne demek oluyor?" diyerek sessizliğini bozarken karşımdaki şaşkın kadın, hiçbir duygu barındırmayan harelerimi ona çevirmiştim. Bakışlarımı görünce yutkunmuş ve gözlerini kaçırıp yerine sinmişti. Vicdan duygusunun esiri olmaya devam edecekti belli ki uzun bir süre... Tabii eğer öyle bir duyguyu barındırıyor ise...
"Asıl siz bana nasıl böyle bir teklifle gelebiliyorsunuz?" sorum kulaklarına nüfuz ettiğinde gözlerini büyüterek tekrar bana bakmıştı. "Ben size demiştim Duygu Hanım. Ama üzgünüm, hatalarınızın doğurduğu sonuçlarla baş edebileceğinizi düşünüyorum. Sonuçta çocuk değilsiniz." dedikten sonra çantamı ve telefonumu alıp ayaklandığımda son bir defa ona baktım. Sarsılmış yüz ifadesiyle karşılaşmayı elbette bekliyordum. Ama onu rencide etmek değildi amacım.
"Hem bir bebeği yalanlarla, annesinden uzakta büyütmek ona yapılan en büyük kötülük olmaz mı?" cevabı net olan sorumu sorup cevap vermesini dahi beklemeden kafeden ayrılmak üzere emin adımlarla yürümeye başlamıştım.
Çok değil, arabama geçene kadar ifadesiz tutmaya yemin ettiğim yüzümü özgür bıraktım. Göz yaşlarıma engel bile olmadan arabayı çalıştırmış ve bir an önce yalnız ve iyi hissedeceğim bir yere gitmek üzere yola koyulmuştum. Tabii öyle bir yer var ise...
***
Sessizliğin ebedi olmasını umduğum dakikalarda aklımda yankılanan sesler bunu engelliyordu.Her şeyin başladığı bu yerde durup pişmanlığımın üzerime gölgeler düşürmesine izin veriyordum. Durgundum. Ama içimde fırtınalar kopuyordu.
Pişmanlığım şuydu. Nasıl bunca zamandır tüm bunların yaşanmasına izin verebilmiştim? Nasıl gururumun gözlerimin önünde can vermesine mani olmaya yeltenmemiştim?
Dudaklarımı ısırdım ve dik tutmaya zorladığım omuzlarımı bir an için özgür bıraktım. Hayatımı bir insana adayıp, hiç etmeye göz yumduğumun farkına varmak iğrenç hissettiriyordu.
Bir de kendini haklı çıkarmak istemişti. Onu aslında hiç sevmediğimi söylemişti. Bu ne yüzsüzlüktü böyle? Nasıl böyle bir şey söyleyebilirdi?
Çağın, belki ilk aşkım olabilirdi. Çocukluk aşkım... Ama o kadardı. Arkadaşlığımızın bozulmaması için derinlere bir yere gömmüş ve orada çürümesini sağlamıştım. Arkadaşlığıma dahi sadıktım ben...
Gökhan'dan sonra geçmişe bir daha dönüp bile bakmamıştım. Onu seviyordum ve gerisi önemli değildi. Hep böyle düşünürdüm.
Ama artık ondan daha önemli şeyler vardı.