Dilay'dan
Şafak, neredeyse şüphemin olmadığı tahminimi onayladıktan sonra şoka girmişti.
Söylemekle hata etmiştim. Kendisi söylemeliydi. Kendime kızıp onun için korkarken o şuursuz gibi hareket etmeye başladı. Geri gittikçe ben de üzerine gittim. Temkinle ellerimi kaldırıp "Şafak?" demiştim ki gırtlak parçalarcasına "SEN NEREDEN BİLİYORSUN!!" diye bağırdı. Bu çıkış yerimde sıçramama sebep olurken kendime daha çok kızdım.
'Nasıl bir aptallık yapmıştım!'
Onun acısı ce pişmanlığım çenemin sızlamasına sebep olurken zorlukla konuşmaya çalıştım.
-Sa-sakin ol Şafak. Lütfen.
Titremeye başladı ve birden olduğu yere yığıldı. Ağzımdan kısa bir çığlık kaçartığında karşısına çöktüm hızla. İçimden ürperti geçmişti bir an. Hödük gibi dalmamalıydım.
- Şafak, hadi toparlan. Bak bu benim için sorun değil.
Aniden gözlerime bakıp "BENİM İÇİN SORUN!!" diye bağırdı.
Ağzımdan korkum kaçmak üzereyken elimle kapatıp iyice bastırdım. Bu sırada ise Şafak hıçkırıklarla ağlamaya başlamıştı. Öyle ağlıyordu ki donakalmıştım. Hiçbir şey söyleyemiyor sadece gözümden akan yaşları siliyordum. Hıçkırıkları öylesine acı barındırıyordu ki sanki her biri, bir sornakinin şiddetini arttırıyordu. Onun kendi çaresizliğini üzerime çekiyor gibi kendim de çaresiz hissetmeye başladım. Sağından solundan kuşatılmış gibi sıkıştı ruhun.
Zorlanırdım bu gibi anlarda. Benim olan acıyı yaşayabilirdim ama bir başkası acı çekerken -üstelik böylesine- dayanamazdım.
Şafak'ın ağlaması bir an olsun dinmiyordu. Büyük ihtimal tek başınayken yaralarının iyileşmesi şöyle dursun daha da derinleşmiştir. Belki de yara içinde yara açılmıştır. Zordu onun için...
Onlar için... Dünya, üzerinde taşırdı her şeyi ayırt etmeksizin ama insan yanına almazdı farklı gördüğünü. Toprak, içine alırdı varlık seçmeksizin ama insan kucaklamazdı kendisi gibi insan olanı bile. Yüce olabilecekken aşağılıkça davranırdı güya bir aşağılıklığa karşı. Sevgi gibi bir nimet varken şeytana ortak olup nefretini paylaşırdı ademoğlu.
Kabil'den bu yana, Kabil'in akıttığı o kandan bu yana ne kıyımlara tanık olmuştu yeryüzü. Ne kanlar sızmıştı toprağa. Tüm illetli duygular tüketmişti karşımdaki genci. Oysa sadece o da sabredecekti tüm diğer imtihanlar gibi. Ne farkı vardı ki? Ne olmuştu yani birinin acısı ölümken başkasınınki aşksa?
Güçlü olmak istiyordum çünkü onun güce ihtiyacı vardı ama içine çektiği nefes bile acısını duyuruyordu. Geri veremeyişindeki o tutukluk. Nefesini çıkarmakta bile zorluk çekiyordu. Gözlerimi kapattım bir süre ve dudaklarımı birbirine bastırdım ağlamamı geri göndermek isteyerek. Toparlanmalı ve onu da toparlamalıydım. Bir insan seviyor diye suçlu hissedip acı çekmemeliydi.
Derin bir nefes almaya çalışıp içimin titremesinin geçmesini bekledim. Azaldığında ise tekrar bir nefes daha alarak tamamen gönderip gözlerimi açtım. Şafak yere kapanmış bir eli karnındayken diğer elini yumruk yapmış taşlı kuma vuruyordu. Azalmıyordu şiddeti. Tüm susmuşlukları sanki bedel çıkarır gibi yarıyordu geceyi.
Duymasını dileyerek adını seslendim: İşe yaramadı. Tekrar denedim. Yeniden denedim. İçini dökmesini elbet istiyordum kim bilir ne kadar beklemişti ama hastalanır bir insan bu kadar ağlayınca. Akılsız sanılan hayvanların kalbi dururdu acıdan.
'Bazılarının önemsemedikleri hayvanların kalbi dururken acıdan; onlar nasıl bir kalbe sahipti ki, başka kalplere öldürücü acılar indirebiliyordu?'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İçinde Tut
General FictionBiri söylemese de diğeri anlıyordu. Biri vazgeçse de diğeri inanıyordu. Biri tek hissetse de diğeri hep o "biri" ileydi.