Hastane dönüşünde eve korkarak girmiştim fakat bunu pek belli etmemiştim ya da banyodaki diş fırçamı Şafak'tan isteyerek belli etmiştim. Ne yazık ki bu konuda pek bir şey yapamazdım, üzerinden zaman geçmeliydi. Hâlâ şaşkındım korkumun bu kadar tetiklenmiş olmasına. Çünkü bu kısmını atlattığımı düşünüyordum. Yıllardır görmüyor değildim. Hatta doğa, örümcek korkumla yüzleşmem için çok cömert davranır her zaman.
Evden gerekli eşyalarımızı almış, arabaya geçmişken "Acaba yön değiştirme mi oldu?" sorusu geldi aklıma. Başka şeyin/şeylerin korkusu ve gergenliğine sahiptim ve onların da varlığı ile örümceğe karşı bu denli tepki oluşturdum. Bu seçenek onayımı alırken uzun zamandır hatırlamadığım o anlarımı da hatırlamaya başlamıştım, elbette hisleriyle birlikte.
Kimin olduğunu bilmediğim bir yazlığa gitmiştik ailecek. O zamana kadar hiç görmediğim kişiler vardı ve ilk defa triplex ev tipinin var olduğunu öğrenmiştim. Üç katlı evin içindeki merdivenleri garipserken basamaklarında durmadan koşan çocuklara da ısınamamıştım. Dilara dört, Dilruba da iki yaşındaydı. Onların yanında durup ablalık iç güdüsüyle güya onlara göz kulak oluyordum büyükler aralarında gerilimli konuşmalar yaparken. Bir türlü sevemediğim ve hoyratça geçtikleri yeri dağıtan, her yaştan çocuk barındıran tayfadan bir kız gelip "Sen de bizimle oynasana." dedi sevimli bir şekilde. Cevap vermeden sadece bakmıştım. Yüzüne üzgün bir ifade takınıp benim gibi büyüklerin olduğu geniş odaya oturdu.
- Aslında ben de onlarla oynamak istemiyorum ama sıkılıyorum da.
O zamanlar yaşıtım olan küçük bir çocuğun kurduğu bu cümlede büyük bir insan dramının özetlendiğini kavrayamamıştım elbette. Yine cevap vermezken bu sefer başımı sallayarak bir karşılık vermiştim. Ben ne kadar suskunsan kız o kadar konuşkandı. Kardeşlerin mi diyerek kızları sevmişti, kendi isminin Esra olduğunu söyleyip benimkini sormuştu, yine aynı şekilde yaşını söyleyip benim yaşımı öğrenmişti, okumaya geçip geçmediğimi merak etmiş ve geçtiğimi öğrenince "Ben de!" diye heyecanlanmıştı.
Kısaca çok neşeli, konuşkan ve sıcakkanlı bir kızdı. Ve bana kocaman gelen o koca evde anlaşabildiğim tek kişi olmuştu. Hayat sanki gelecekte olabileceklerin işaretini vermiş gibiydi o evde. Hâlâ Esra hariç hiçbir kuzenimle konuşmam ve konuşmadıklarımın hepsi çocukluğundaki gibi fırsatını bulsa yine kötülük yapar.
Akrabaların miras konuşması yapmak için toplandığı evde bir hafta boyunca hep canım sıkılıyordu. Bu arada o amcaların, halaların hiçbirine yanaşamamıştım. Kötü kötü bakmışlardı. Şimdiki aklımla yorumladığımda gülesim geliyordu. Küçük bir çocuğa kin beslemek epey aciz olan bir davranıştı. Annemi ve babamı sevmediklerini anlamam hiç zor olmamıştı ama sebebini bilmiyordum. Bu büyüdükçe anlayabileceğim bir sebepti. Mal denen, para denen şey insanların gözünü döndürüyordu ve asla paylaşmak istemiyorlardı. Birazcık azalsa ödleri kopuyor, kendilerinden yardım için isteyebilecek kişilerden hangi yolla olursa olsun kaçıyorlardı.
Hepsi bizden kaçıyormuş belki isteriz diye. Sonuçta üç çocuklu, az bir maaşla geçim yapmaya çalışan aile idik. Yine büyünce görebileceğim bir resim oluşmuştu zamanla. Çirkinliklerle, haysiyetsizliklerle babama düşen payı vermemişlerdi ve Allah-u Alem çok geçmeden sahip olduklarını sandığı her şeyi ellerinden almıştı...
Aileme yapılanın dışında o yaz o evden gitmemizin esas nedeni bendim. Çocuklar hariç herkes bahçeye inmişti. Çocuklar da benim için inmemişti. Çünkü beni bir odaya kitleyip eğlenmekle uğraşıyorlardı. Esra'nın karşı çıkmalarını duyuyordum ama işe yaramıyordu elbette ki velet yığınına.
Kitledikleri odayı özellikle seçmişlerdi. Kullanılmayan ve hep kilitli tutularak asla temizlenmemiş bir odaydı.
Böcekler seni yiyecek, orası örümcek dolu, hadi ağla gibi korkmasam güleceğim cümleler kuruyorlardı. Kendilerince eğleniyorlardı, bu nasıl eğlenceyse. Haklı oldukları tek nokta vardı: içerisi örümcek ağları ve böcek ölüleriyle doluydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İçinde Tut
General FictionBiri söylemese de diğeri anlıyordu. Biri vazgeçse de diğeri inanıyordu. Biri tek hissetse de diğeri hep o "biri" ileydi.