Dilay'dan
(Şafak gece evden gittiğinde Dilay)
Bir ergenle uğraşması ne zor işti ya. Hayır gecenin bir vakti nereye gidebilirdi ki?
Yine açılmayan aramayla sinirden telefonu koltuğa adeta fırlattım ve koltukta bu tavrıma karşılık telefonumu geri savurdu. Halıya ekranı üzeri kapaklanan telefona bakakalmışken içimi ele geçiren endişeden kurtulmaya çalıştım ama bunun mümkünatı yoktu.
Pis çocuk!
Söyle bari, hadi söylemedin aramalara, mesajlara cevap ver. Buna kaçmak denir.
Kaçanla kovalayanın yer değiştirdiği sahnelere mi geçmiştik?
Bir insan itiraf ettikten sonra niçin kaçar ki? Bununla ilgili bir fikir kendisini aklıma getirmek için beni zorluyordu fakat ben de o ihtimali getirmemek için zorluyordum kendimi.
Ne var ki insanlık gibi ben de kötüyü düşünmekten beri duramamış, istemeyerek de olsa inatçı soruya beyaz bayrak sallamıştım.
'Yoksa pişman mı olmuştu?'
Tabii her şeyi söyleyince bana hissettiğinin aşk değil de sadece alışkanlık olduğunu anlaması muhtemeldi.
Sadece alışkanlık...
Bu düşünce canımı yakmaya başlarken zihnimden yaydığı tesiri durduramıyordum. An itibari ile yüreğimde iki korku hüküm savaşına girmiş ve ben hangisinin galip geleceğini kestiremez vaziyetteydim. Bir yandan nerede ve nasıl olduğunu merak ediyor, bir yandan da alışkanlıktan ibaret olup olmadığımı ürkek bir çekimserlikle anlamaya çalışıyordum.
İkisi de çok çetin.
Telefonu olduğu yerde bırakırken beyefendiye ulaşmaktan vazgeçip televizyon ünitesinin yanına gittim. Kumandaları elime aldığımda beklediğim, kendimi oyalayabilmekti. Ne onu ne de ondaki kendimi düşünmek istemiyordum. Çünkü hislerimin yoğunluğu beni korkutuyordu. Şafak için sakinliğimi kaybedecek kadar kaygılanmak, ondaki yerimden endişe etmek, taşıdığımdan habersiz olduğum bazı duyguları başıma vura vura fark ettiriyor gibiydi.
Kanallarda boş boş gezinirken yine sabahlayacağımı biliyordum. Güya Şafak'ı iyi edecektim, değil mi? Şu durumumla bundan uzaktım. Onun gibi uyuyamaz olmuştum. Bir insan için darbesiz, yarasız, zehirsiz en büyük işkencelerden biri olmaya önden aday olur uykusuzluk.
+ Ve sen Dilay Akça, bu işkencenin derinliklerine düştün.
- Yine de kabul edemiyorum. Ben bu değilim ki.
+ Ne değilsin?
- İşte böyle değilim. Demek istediğim, birini bekleyen, birinde önemli olmak isteyen...
+ Şafak için önemli olmak istediğini mi söyledin şu an?
- Ben onu mu dedim?
+ Ya ne dedin?Kendim, bana tek kaşını kaldırmış hesap sorarak bakıyordu.
Kendimden kaçamayacağım için karşı çıkmanın anlamı yok.
'Kendi kendimi yakalayıp köşeye sıkıştırıyorum...'
Böyle düşüncelerle dünyadan soyutlandığımın farkında bile değilken ezanı duymamla ciddi bir hayrete düştüm. Ne ara geçmişti onca saat, geçerken ben ne işle uğraşmıştım.
Ah... yaptığım tek şey, düşündükçe kaygılandığım ve kaygılandıkça düşündüğüm kısır bir döngüde dinlenmeksizin koşmaktı.
Uzun süredir böyle geniş bir zaman aralığını boş geçirmemiştim. Bu biraz kötü hissettirse de pişman olamıyordum. Denesem de başka türlüsü olmayacağını hissediyordum bir yerlerde. Mantıklı davranmak istiyordum ama vaziyetim bundan gittikçe uzaklaşıyordu. Kendi içimde durup kendi gidişatımı ses çıkarmadan izlemekten başka bir şey yapamayacağım. Ne çelişkidir ki beni böylesine ele geçiren duygularımken, yüreğime karşı koyamayacağımı söyleyen aklımdı.
![](https://img.wattpad.com/cover/130577375-288-k679230.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İçinde Tut
General FictionBiri söylemese de diğeri anlıyordu. Biri vazgeçse de diğeri inanıyordu. Biri tek hissetse de diğeri hep o "biri" ileydi.