Şafak'tan
Söylemiştim, hem de her şeyi, en açık halimle.
Ama yine de odamda yalnızdım. Ne reddedilmiştim ne de kabul edilmiştim. Parmak uçlarıma kadar hissettiğim korkuya, heyecana rağmen şimdi düşününce kurabildiğime şaşırdığım cümlelerle ona hislerimi söylemiştim işte. Kabul edene kadar iğne deliğinden geçerken akla karayı seçemeyip kaybolarak kendimi bulmaya çalıştığım bir süreçten sonra, bana kendisinin kazandırdığı umuda tutunarak büyük bir cesaret ile sevdiğimi söylemiştim. Gitme, demiştim.
Doğruya doğru, gitmemişti ama hiçbir cevap da vermemişti.
İkizler araya girmiş, benim onlara yaptığım gibi fotoğrafımızı çekmişti ve Dilay da bu boşluktan yararlanıp konuyu değiştirmişti.
Nasıl ya?
Tüm gece aklımı oynatmıştım duygularımı açık edip etmemekte, planlar kurmuştum beni affetmesi için, ilk defa kendime inanmıştım bir şeyleri başarabileceğime dair.
Peki sonuç?
Araya kaynama, cevapsız kalma. Belirsizlik, kâbuslarımdanken bana güzel rüyalar gördüren kişi tarafından bu kabusun sonunun gelmediği bir çukura düşürülmüştüm. Her ne kadar bunu bana yaptığı için öfkeden odayı dört dönsem de beni ittiği gibi çekip kurtaracak olan da oydu.
"Onu sevdiğim gibi biraz da olsa sevmiyor mu beni?" sorusu kemiriyordu zihnimi. Sevmeme ihtimali nefessiz kaldığım bir girdapta savuruyordu.
Her şeyi mahfetmiş olabilir miydim?
Ya onu bu yaptığımla kaybedersem?
Sıkışan göğsüme ardı ardına yumrukları indirirken odasında olan Dilay'ın yanına gitmek yerine sadece balkona çıktım. Nefesim sıkışıyor, korkularımın hepsini yüzüne sormamak için adımlarıma hakim olmaya çalışıyordum. Düpedüz berbattım.
O çok yakın oluşa karşın çok uzaklarda kalışlardaydım.
Allah aşkına ben niye seviyorum diye sevileceğimi düşündüm ki? Dilay sadece sözü için yanımda ama bir insanın yanında böyle güzel de olunmaz ki.
Düğümler boğazıma birbiri ardına dizilirken yutkunarak geçirmek istedim bu acıyı. Tabii ki bu mümkün değilken damla damla hoş geldin dedim yeni derdime. Göz yaşlarım düşüyor ve hiçbiri şimdi ne yapmam gerektiğini söylemiyordu. Sevilmeyi uman seven tarafım ile sevilmeyeceğimi bağıran buhran tarafım arasında çekiştirilip dururken ne yapacağımı söyleyen kimsecikler yoktu. Her daim yanımda olacağına inandığım kişi yoktu.
Hah, ne diyorum. O olsa zaten bu durumda olmazdım...
Soğuk balkon zemininde oturmuş aynı evin içinde sadece başka bir odada olan kişinin yanına gitmemek için kendimi zor tutuyordum. Cevapsız kalmamın nedenini sormak istiyordum ama yapıyordum da. Hışımla ayağa kalktım ve içeri geçtiğim gibi çalışma masamdan arabanın anahtarını aldım. Daha fazla evde duramazdım, yanlış bir adım atamak istemiyorum.
Hole geldiğimde istesem de Dilay'a haber veremeden evden çıktım ve spor ayakkabımı tam giymeden arkasına basıp merdivenlerden aşağı koşar adım indim. Aslında direkt koşarak indim. Bu, bir şeylerden kaçıyormuş gibi hissettirdiğinde Dilay'ın dünki halini hatırladım. Belki yirmi dört saat bile olmamışken bu ara nasıl böyle uzun sürebilmişti. Kendime azabım resmen. Apartman kapısından çıktığımda anahtardaki kilit düğmesine bastıktan sonra yolun karşısında olan arabamın yanına gelmiştim ki adımı duymamla kapıya uzanan elim havada kaldı.
"Şafak!"
Suç üstünde yakalanmış gibi sıçrayarak geriye, sesin geldiği yöne "Ödüm koptu." diye çığırarak döndüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İçinde Tut
Ficción GeneralBiri söylemese de diğeri anlıyordu. Biri vazgeçse de diğeri inanıyordu. Biri tek hissetse de diğeri hep o "biri" ileydi.