3~Siyah Maske'nin Gücü

726 54 11
                                    

  Soğuğun tüyleri ürperttiği kış aylarında genç kadın, kalın beyaz kürküne sımsıkı sarılmış, yavaş ve sakin adımlarla, yüzündeki ifadesizlikle yürüyordu. Etrafındaki karlar, giyinmiş olduğu beyaz elbiseyle bütünlüğü oluştururken o, gölle kaplı ve buz tutmuş ormana gelmişti. "Zeynep!" diye kendi adının yankısını duyunca yere çökmüş ve bulunduğu yeri elleriyle kazmaya başlamıştı. Tekrar adı yankılanmıştı. Bu seferki yankı daha yakından gelmişti ama o hâlâ bulunduğu yerin gücünü kırmaya çalışıyordu. 

"Zeynep! Ne yapıyorsun sen?!" 

Genç kadın yorgun gözleriyle ayağa kalktı, arkası ona dönüktü. Dudaklarını büzmüş ve gözlerini doldurmuştu. Elleriyse iki yana düşmüş bir şekilde genç adama döndüğünde, gözlerinde biriktirdiği yaşlar damla damla, birer küçük buz parçası gibi akmaya başlamıştı. Zaten beyaz olan teni, soğuğun etkisiyle daha bir beyaz olmuş, siyah ve kıvır kıvır olan saçlarına beyaz taneler düşerken omuzlarına dökülmüş hâldeydi. Böyle soğuk kış ayında, giydiği beyaz elbiseyle dışarıda olan bacakları karın rengiyle aynı gibi görünüyordu uzaktan genç adama. Genç adam korkuyordu. Çok korkuyordu ona bir şey olacak diye.

"Zeynep! Yavaş yavaş buraya gel, tamam mı?! Ne olur yapma!"

Genç adam olduğu yerde donmuş gibiydi. Ne gidebiliyor ne durabiliyordu. Ne yapacağını şaşırmış gibiydi. Böyle olmayacağını biliyordu. Etrafta tek onlar vardı. Buzla kaplı ormanda, karın üstünde ölüm kalım savaşı veren iki beden... Genç adam son kez başını sola eğip  "Yapma..." derken, bunun bir son olduğunu bilmiyordu. Genç adam, genç kadınla son olduğunu bilmediği bir sonda birleştirirken gözlerini buz kırılmış, sevdiği kadın kırılan buzun içine düşmüştü. Geriye kalan, tüm ormanda yayılan bir ses patlamasıydı.

"Zeyneep!"

Genç adam koşarak genç kadının düştüğü buz çukuruna doğru gidiyordu. Aralarındaki mesafe git gide kapandığında gelmiş olduğu yerde korku ve panikle genç kadını düştüğü buz çukurundan çıkarmaya çalışıyordu ama suyun içinde süzülen bedeni yavaş yavaş uzaklaşıyordu. Su onu getiriyordu. Bedenini gördüğünde yere çöküp yumruklarını geçirmeye başlamıştı buz tabakasına. Ellerine geçen buz parçalarını ve ellerinden akan, su ve buza karışmış olan kanları şu an görmüyordu bile. Umrunda değildi çünkü. Onun için önemli olan tek şey sevdiği kadındı. Ne pahasına olursa olsun onu oradan çıkartacaktı. Yumruklarını geçirdiği kandan gözükmeyen buz tabakası kırılmıştı. Genç adam sevdiği kadını uzandığı yerden çekip çıkartmış, ona kalp masajı yapmaya başlamıştı. "Yaşasın, ne olur yaşasın... Aç gözlerini hadi! Hadi..." diyordu ve yalvarıyordu sevdiği kadının ona bağışlanması için.

Genç kadın korkuyla yerinden sıçrayarak uyandığında derin derin nefesler almaya başlamıştı. Elleriyle yüzünü kapatmış, biraz öyle durduktan sonra terden yüzüne yapışan saçları elleriyle geriye atmış ve üzerindeki ince yorganı üstünden çekerek ayağa kalkmış, telefonuyla aramasını yapmıştı.

"Alo? Burhan beyle mi görüşüyorum?"

"Evet. Siz kimdiniz?"

"Ben... Zeynep Erginel."

"Hatırladım. Ünsel'in arkadaşıydınız. Sabahın altısında beni aramanızı gerektiren şey nedir?"

"Size Kerem'i soracaktım. Kerem Haznedaroğlu. Hâlâ nezarethânede mi?"

"Kerem Haznedaroğlu bugün çıkacak. Bir sorun mu vardı?"

Genç kadın kafasındaki soru işaretleriyle anlamayarak sordu. "Çıkacak derken? Çocuğun kafasına silah dayadı ve tetiği çekmek üzereydi. Önceden işlemiş olduğu suçlar da nicesi. Bütün pislikleri ortadayken onu çıkartmanız... Anlamıyorum."

♣LAVANTA KOKUSU♣Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin