11~Günahkârların Rengi

625 50 12
                                    

  Kolunun arasına sıkıştırdığı siyah poşetin içindeki lavantayı koklaya koklaya anahtarla kapıyı açıp içeri girdiğinde gülerek salona doğru yürüyerek etrafına bakıyorken "Zeyneep... Çok sevdiğin bir şey var kolumun arasında. Aynı senin gibi kokan-..." derken durmuştu gözleri kan izlerinin sürüldüğü duvarda. Kolunun arasında, eve adımını attığı ilk anda evin her tarafına sinen o güzel kokunun sahibi ellerinin arasından kayıp yere düştüğünde saksının içindeki topraklar yere saçılmıştı. Gözleri dolu bir şekilde iki elini açık ağzına götürdüğünde "Zey... Zeynep." derken çantasının içinde telefonunu aramaya başlamıştı. İçindeki yoğunluktan bulamayınca sinirle yere dökmüştü içinde varsa. Telefonu bulup Zeynep'i aradığında salondan duyduğu melodi sesine doğru gitti. Yerde duran telefonu titreyen elleriyle aldığında Kaan'ı arayıp evden çıkacakken bir kadın ona doğru gelmişti.

"Kızım, üç saat önce ambulans geldi apartmanın önüne. Sizin evden bir adam çıktı kucağında kızla. En yakın hastaneye gideceklerdi sanırım. Haberin yok galiba."

Başını olumsuz anlamda sallayıp burnunu çeke çeke ağlarken merdivenlerden aşağı iniyordu sarsak adımlarla. Çalan telefon sonunda açıldığında apartmandan çıktığı gibi arabasına binmiş, hastaneye sürüyordu.

"Zey... Zeynep'i hastaneye kaldırmışlar. Bize en yakın hastane. Kerem de yanındaymış, ağabey. Hastaneye gidiyorum, sen de hemen gel."

♣♥♠

Hastaneye geleli kaç saat geçti bilmezken öylece yere oturmuş, dizlerini kendine çekmiş, karşıya bakıyordu donuk bakışlarla. Zeynep'i bulması, bebeği öğrenmesi, idrak edemeden Zeynep'in kollarında bayılması, ambulansla hastaneye kaldırılması... Birkaç saat önce yaşadıkları hızlı bir film gibi kafasının içinde gösterime girdiğinde, bacağının arasından süzülen kanların gözünün önüne gelmesiyle kapamıştı gözlerini sımsıkı. Bebeğine sevinemeden veda mı edecekti ona? Sevdiği kadın... Lavanta Kokululu'su... Peki, ya o niye dememişti ona? Ona söylememişti.

Sımsıkı kapattığı gözlerini yavaşça açmıştı. Yaşları kilitlediği bu gözler açıldığında koridorun ötesinden işittiği seslere çevirmişti başını. Bir kız onun tarafına koşarak geldiğinde güçlükle ayağa kalkıp karşısına dikilmişti. Üstten aşağı onu süzüp gözlerini kıstığında onu tanımaya çalışıyordu. Kerem'in üzerine yürüyüp omzuna baskı uyguladığında itme çabası işe yaramamıştı. Ağlayarak "Zeynep nerede? Ne yaptın ona? Allah seni kahretsin?! Sen nasıl bir adamsın?" deyip geri çekildiğinde perişan, çökmüş hâli vardı genç kızın. Zeynep'in arkadaşıdır diye düşünerek burun kıvırıp arkasını dönecekken kolundan tutulup güçlükle geri çevrilmişti.

"Sana diyorum. Duymuyor musun?! Nerede diyorum! Ne yaptın diyorum! Cevap ver artık!"

Kolunu tutan eline bakıp kolunu elinden kurtardığında "Varlığından haberim olmadığım bebeğime hamileymiş. Onu gördüğümde kanlar..." cümlesinin sonuna doğru durgunlaşan gözleriyle yere baktığında kısık bir ses tonuyla devam etmişti.

"Düş... Düşmüş olabilir."

İnci, ağzı açık onu dinlerken iki elini başının arasına alıp geri çekiliyordu yavaş yavaş. Arkasını ona dönüp kenarda duran koltuğa çöktüğünde elleriyle yüzünü kapamış, öylece duruyordu. Tuhaf bir sessizlik sarmıştı etrafı. Tam o sırada, Kaan gelmişti. Gözleri Kerem'e çekilirken kaşlarının altındaki öfkeli bakışlarını, Kerem'in durgun bakışlarıyla karşılaştırmıştı. Durgun bakışlar, öfkeyle parlayan gözlerle karşılaştığında durgunluğunu kaybetmiş, soğuklukla boyanmıştı. Bu çocuğu tanıyordu. Zeynep'in en yakın arkadaşı olduğunu bildiği zamanlarda aralarına mesafe koydurmuş, Zeynep'in onunla görüşmesini istemediğini net bir dille ifade etmişti Zeynep'e. Kaan, gözlerini ondan çekip elini kardeşinin omzuna koyduğunda İnci başını kaldırdı. Yaş dolu gözleriyle ağabeyini bulanık görüyordu.

♣LAVANTA KOKUSU♣Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin