Yirmi dört saat... Mavilerini görmeden, sesini duymadan geçen koskoca yirmi dört saat... Küçük bir pencerenin ardından izliyorum yara bere içindeki bedenini. Dokunmaya kıyamadığım tenine bir sürü kablo bağlanmış, burnunda bir hortum, kolunda bir serum... Öyle çaresiz, öyle yorgun, öyle bitik bir görüntü ki, kalbim bu camın ardından onu izlerken kırk parçaya bölünüyor sanki. O öyle herşeyden bi haber uyumaya devam ederken yeni bir gün doğuyor ve onsuz doğan gün içime dokunuyordu. Onsuz geçen zaman, onsuz attığım adım, onsuz içtiğim su boğazıma düğümleniyor. Onsuz aldığım her nefes ciğerime batıyor. Sanki onunla birlikte benim ruhumda o odada, o sedyede uyuyor. İçimde her saniye biraz daha büyüyen boşluk umudumu sömürüyor. O uyudukça benim ruhum gömülüyordu.
Doktorlar herşeyin yolunda olduğunu uyanmamasının psikolojik olabileceğini söylüyordu. Tam yirmi dört saattir uyanır umudu ile gözümü bir an olsun yoğun bakımın camından ayırmıyordum. İçeriye girmeme izin vermiyorlardı. Oysa gidip ona beni bırakmaması için yalvarmam gerekiyordu.
Annem sabah saatlerinde ailesine haber vermişti. Herkes buradaydı. O nefret ettiği üvey annesi bile... Handan ilk geldiğinde üzerime yürüyüp "o bu hale gelirken sen hangi cehennemdeydin" diye bağırmıştı. Selçuk onu güçlükle sakinleştirip bahçeye çıkarmıştı. Ona kızmıyordum. Haklıydı. Benim kanadı kırık kelebeğim ona geç kaldığım için bu haldeydi.
O kadar uzun zamandır aynı pozisyondaydım ki parmaklarım artık yoğun bakımın camına iz bırakmıştı. Uzaklaştım. Son bir kez şansımı denemek için başhekime gidip beş dakika görme izni istedim. Perişan halime acımış olmalı ki bu defa itiraz etmedi. Yoğun bakımı bilgilendirdiğinde ona minnetle teşekkür edip koşarak yoğun bakım ünitesinin önüne geldim. İçeriye girdiğimde üstüme bir takım hijyen kıyafetleri giydirdiler. Kapıyı usulca araladım ve yanına girdim. Hasretiyle yandığım kokusu, hastane kokusunu bile bastırmıştı. Burnunda nefes alışverişini kolaylaştıran bir oksijen hortumu, göğsünde ise kalp monitörüne bağlı kablolar vardı. Onu böyle çaresiz görmek beni öldürüyordu.
Yavaşça yanına yaklaştım . Köşede duran sandalyeyi yatağın yanına çekip oturdum. Elime serum olmayan elini alıp üzerine birkaç küçük öpücük kondurdum. Söylemek istediğim o kadar şey vardı ama konuşamıyordum. Derin soluklarım kalbime batıyordu.
" Kelebeğim" dedim. " Güzel gözlerini görmediğim her saniye kalbim ölüyor. Biliyorum bana çok kızgınsın. Seni çok üzdüm. Haksız yere çok yıprattım. Bir şerefsizin lafıyla darmadağın ettim ikimizi de. Ama ne olur beni bırakıp gitme. Herşeye razıyım, istersen yüzüme bakma, istersen o güzel sesini dahi esirge benden ama sakın bırakıp gitme. Benim bir yıkımı daha kaldıracak gücüm yok. Bir sevdiğimin daha ellerimin arasından kayıp gitmesine tahammülüm yok. Ne olur uyan artık kelebeğim, uyan ki güneş doğsun, uyan ki dünyam dönsün. Sen burada böyle yatarken aldığım nefes bile anlamsız. Bak tüm sevdiklerin dışarıda seni bekliyor. Yeter bu kadar ceza sevgilim, ne olur dön artık" Uyanmadı. Kıpırdamadı da. Aldığı soluk dahi ona ait değildi. Bağlı olduğu şu makine sayesinde nefes alıyordu. Hemşirenin uyarısı ile omuzlarım çökmüş bir şekilde yanından ayrıldım. Kapıdan çıktığım an tüm gözler bana döndü. Ne diyebilirdim ki onlara, ben de onlar gibi çaresiz bir bekleyişin pençesindeydim. Başımı iki yana salladım ve cılız bir sesle " aynı " dedim. Tekrar yattığı odayı gösteren camın önüne geçtiğimde Selçuk yanıma gelip omuzumu sıktı. Teselli etmiyordu artık. Biliyordu söyleyeceği hiçbir şey içimdeki yangını hafifletmeyecekti.
" 24 saat 36 dakika 17 saniyedir uyuyor " dedim. Sabır dedi sadece sabır.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Başımı cama yaslamış, yorgun gözlerimi bir anlığına kapatmıştım. Birden bir hareketlilik olduğunu fark ettim. İki hemşire ve bir doktor hızlıca içeriye doluştu. Onu görmemi sağlayan cam, bir perde ile kapatıldı. Koşarak kapıya ulaştım. İçeriden çıkmakta olan bir görevliyi durdurup neler olduğunu sorduğumda aldığım tek yanıt ' bekleyin' olmuştu. Lanet olasıca hastanede başka kelime bilen yoktu. Kardiyolog olduğunu bildiğim doktor dışarıya çıkıp " gözünüz aydın." Dedi. " Hastamız gözlerini açtı. Değerleri normal gözüküyor ancak kısa bir süre daha gözetim altında tutup sonra normal odaya alacağız " Duyduğum sözlerin ardından doktoru coşkulu bir şekilde kucakladım. Onu bana bağışladığı için hem Allah'a hemde bu insanlara minnet borçluydum. Dünyam yeniden aydınlanmış, karanlığıma güneş doğmuştu. Aldığım soluk sonunda ciğerlerime helal kılınmıştı. Okyanus mavileri açılmıştı ya bu saatten sonra ölüm bile bu avare yüreğime vız gelirdi.
![](https://img.wattpad.com/cover/171021731-288-k501934.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
~AFRA~
SpiritualitéBen geldim anne... Kanatları yorgun kelebeğin geldi. Ahh, anne. .. birşey var, tam şuramda, sol göğsümün altında, canımı ölesiye acıtan bir şey... Sanki tüm dünyanın yükü üzerimdeymiş de altında eziliyormuşum gibi. Kaburgalarım sızlıyor anne...Göğ...