24.BÖLÜM

2.6K 316 99
                                    

"Lütfen, polisi arama."

Min Ho bana baktı yavaşça nefesini üfledikten sonra kafasını salladı. Min Ho benim ortaokuldan arkadaşımdı. Samimiyetimiz hiçbir zaman olmamıştı ama birbirimizi gördüğümüzde selamlaşıyorduk.

"Uzun zamandır bir şeye bulaştığını duymamıştım , Yoongi. Şimdi bu yara ne?"

Yutkundum. Min Ho doktordu ve aynı zamanda yüksek lisansını yapıyordu.

Oradan o halde ayrıldığımda bacağımın acısına dayanabildiğim kadar yürümüştüm. Bilmediğim bir yerde, yol arıyordum. İnsan izi görünmüyordu hiçbir yerde.

Ve ben bilmediğim bu yerde yürüyordum yavaşça.

Bir yol bulana kadar kaç kere dinlendiğimi, kaç kere ağladığımı, kaç kere düştüğümü bilmiyordum bile. Sonunda yol bulduğumda oradan geçecek bir araba aradım.

Otostop çektiğim arabalardan biri beni arabaya almaya kabul ettiğinde az da olsa sevinmiştim. Ta ki, bana nereye gideceğimi sorana kadar.

Ben sadece Hoseok'a sahiptim. Ne annem ne babam arkamda değillerdi.

Hoş, o da hicbir zaman arkamda olmamıştı.

Sonra aklıma tek selam verdiğim insan gelmişti. Min Ho'nun oturduğu yere yakın bir yerde indirmişti adam beni. Min Ho da benim evimin oralarda oturuyordu zaten.

"Çok şey oldu." dedim sessizce. Devamını getiremedim. Aptallığımı söyleyecek cesaretim yoktu.

"Sana getirdiğim temiz kıyafetleri giy." dedi Min Ho. "Sonra evine bırakayım seni. Bu halde tek başına gitme."

Yavaşça kafamı salladığımda Min Ho bana ıslak mendil uzattı.

"Bacağındaki kanları sil. Ailen endişelenmesin."

Acıyla güldüm kendi kendime. Beni kimse merak etmezdi.

Hiçkimse tarafından sevilmeyen aptal beni, şimdi ben bile sevmiyordum.

Islak mendili elime aldığımda Min Ho odadan çıktı. Gözlerimden yaşlar düşerken alt dudağımı ısırdım. O kadar yorulmuştum ki, dinlenmeye gidecek hiçbir yerim yoktu.

Islak mendili bacağıma değdirdim. Yavaşça silerken anılar canlandı kafamda. Her şeyi bırakıp gittiğimizde o kadar mutluydum ki... Daha yirmi dört saat sürmemişti bu mutluluğum. Hemen elimden alınmıştı. Her şey bombok olmuştu.

Bacağımdaki kanı daha da hızlı sildim. O kanlar gibi her şeyi silmek istiyordum. Hoseok'u hafızamın her bir köşesinden silmek istiyordum. Onu görünce sarılmak isteyen duygularımı silmek istiyordum.

Bacağımı silmeyi bitirdiğimde baktım bir süre. Kanlar silinse de, kırmızı renk kalmıştı yine. Onun gibi...

Min Ho'nun verdiği kıyafetleri giydim. Odanın banyosuna girip elimi yüzümü köpükledim. Saçlarımı da düzelttikten sonra aynadaki yansımama baktım.

"Sen bu değilsin, Yoongi." dedim kendime. Daha fazla kendime bakamadım ve ışığı kapatıp çıktım odadan. Min Ho beni görünce hafifçe gülümsedi.

"Hadi." dedikten sonra beni dikkatlice arabasına kadar yürüttü. Bana hiçbir şey sormadan arabayı sürdüğünde kafamı cama yasladım. O kadar yaslanmış hissediyordum ki, bu beni daha da yoruyordu.

"Geldik."

Min Ho'nun söylediği şeyle kafamı kaldırdım. Evime baktım. Annemle babamı özlemiş miydim?

İç sesim zaten cevapladı sorumu.

Hayır. Çünkü kimse seni özlemedi. KİMSE.

"Teşekkürler." dedikten sonra arabadan inecektim ki Min Ho kolumu tuttu.

"Birkaç gün yarana su değdirme. Kendini zorlama ki dikişlerin açılmasın."

Hafifçe gülümseyip başımı salladım. Tekrar teşekkür ettikten sonra yavaşça ayrıldım arabadan. Ayaklarım geri geri girse de, tek gidebileceğim yere doğru ilerledim. Kapıyı çaldığımda annem açtı kapıyı. Bana sinirle baktıktan sonra bağırdı.

"Neredeydin bunca zaman?"

Gözlerim hafifçe açıldı. Benim için endişelendiğini ilk defa görüyordum.

"Senin yüzünden baban işe gitmek zorunda kaldı!"

Yine yapıyorsun Yoongi.

Yapma.

Kimse senin için endişelenmiyor. Kendini kandırma.

"O piç mi geldi?"

Babamın sesi salondan gelmişti. Birkaç saniye sonra görüş alanıma girdiğinde ayakkabılarımı çıkardım. Eve girdikten sonra ifadesizce odama doğru ilerliyordum ki, babam yakamı tuttu.

"Bu eve istediğin zaman girip istediğin zaman çıkabileceğini mi zannediyorsun?"

Gözlerimi ona diktim. Hicbir şey söylemeye mecalim yoktu. Bu yüzden elinden kurtulup tekrar yürüyecektim ki, babam bacağıma tekme attı.

Yaralanan bacağıma tekrar tekrar darbe alırken ses çıkarmamak için dişlerimi sıktım. Nefes alış verişlerim hızlanırken sinirle babama döndüm.

"Bir daha bana vurmaya kalkışma bile."

Babam ilk önce şaşırdı. Ona ilk defa bunu diyordum.

"Sen ne dediğini zannediyorsun?" dedikten sonra elini kaldırdı. Bana vuracakken elini tuttum. Onu biraz ittikten sonra konuştum.

"Deneme bile!" dedikten sonra odama yürüdüm. Kapımı kilitledikten sonra babamın küfürleri duyulmasın diye bilgisayarımı açtım. Bilgisayarımı hoparlöre başladıktan sonra Song Request açtım.

Sonra odama göz gezdirdim. İşte burayı çok özlemiştim. Burada kurmuştum ilk hayalimi. Burada vaz geçmiştim hayallerimden.

Yavaşça nefesimi üfledikten sonra masama ilerledim. Masamın çekmecesini açtığımda gözlerimden birkaç damla yaş düştü. Jiletim oradaydı.

Bileğime baktım. Bileğimin ortasına kadar çizilen çiziğin hala izi vardı. Masamdaki cüzdanımı açtım ve jileti içine koydum.

Ne zaman cüzdanımı açsam onu görecektim. Onu görüp hatalarımı hatırlayacaktım.

O hataların bileğimdeki gibi izler bırakacağını hatırlayacaktım.

Yatağıma uzanıp tavanıma baktım.

Artık bilmediğim bir yerde değildim.

Artık yarın belirsiz değildi.

Artık korkmuyordum.

Çünkü bir insan neyden korkarsa hepsini yaşamıştım ben.

Aptalın tekiydim ben.

Sevdiği insanlara sonuna kadar inanan ve güvenen...

DARK -SOPE-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin