BÖLÜM: 16 "Bozgun Planlar"

12.7K 365 98
                                    

"Kim onca zaman suyun başında beklese, günün birinde bir balık tutar."
(Alıntı)

Medya|Sare Yılmaz| & |NF - Remember This| 🎵

KEYİFLİ OKUMALAR...

Kırmızı Oda... Sahi kaç gün geçmişti ordan çıkalı? Yahutta oranın verdiği dehşetten hâlâ çıkabilmiş miydim? Sanmıyorum. Belki vücudumdaki ağrılar zamana karışıp, ilk günkü etkisini yitirmeye başlamış, acım hafiflemişti. Ama en fazla bu kadar... Çünkü ruhum buraya geldiğim günden beri gün geçtikçe dahada yaralanıyordu.

Bu cehenneme gelmeden önce sadece içimde endişe ve aklımda kaçış planları varken şimdi yaşadığım acılar biri tarafından ruhuma nakşedilmişti. O biri yaptıklarını öyle nakşediyordu ki, her attığı ilmeğe çözülmemesi için bir düğüm atıyordu sanki...

Ya ruhum? O ne haldeydi? Yaşadığım taciz, aldığım kayıplar, yok olan özgürlüğüm, kaybettiğim namusum ve yelkovanlar akrepleri kovaladıkça yok olmak üzere olan umudum... bunların herbirinin kaybında bir yara almış ölmek üzere can veriyordu.

Peki, Ruh ölebilir miydi? Beden ölür, ruh ölmez derler öyle değil mi? Evet, ruh ölmezdi ama, acıyı en çokta o hissederdi...

Öyleyse, şu an neden hiçbir şey hissetmiyordum? Yoksa, ruhum çoktan bedenimi terk etmiş ve ben ölmüş olabilir miydim?

Boş gözlerle tavanı seyretmeyi sonlandırıp, sırtüstü uzandığım yatakta, sağ elimi usulca havaya kaldırdım. Elimi sanki ilk kez görüyormuşum gibi çevirerek bi avuç içime, bir elimin tersini dik dik bakıp, kendimce inceliyordum. Uzuvlarımı hareket ettirebiliyordum. O zaman henüz ölmemiştim. Peki ya neyin nesiydi bu hissizlik?

İlk gelen darbede oluşan acıdan sonraki hissizlik gibi olabilir miydi? Örneğin; tokat darbesi ilkten değdiği yeri sızlatır ardından hissizlik sarardı ya o bölgeyi veyahutta, hemşirelerin iğne yapmadan önce damar yolunu bulmak için ardı ardına attığı tokatların sonunda iğnenin girdiğini dahi hissetmezdik ya. Ruhum ise tıpkı bu misallerde olduğu gibi, önce acıyı hissetmiş, ardınan acı ılıktan yerini hissizliğe devretmişe benziyordu.

Elim hâlâ havadayken, bileğimdeki ize kaydı gözlerim. Kelepçeler... öncesinde acıtmış, ertesi güne kadar bileğimde kanayan yaraya dönüşmüştü. Şimdi günler geçmiş ve belli belirsiz kaybolmaya yüz tutmuştu.

'Buda geçer.' der ya büyükler. Doğruydu. Bu da geçerdi. Ben; ruhuma, kalbime, hafızamın gerisine derin bir neşter izi bırakır hayata devam ederdim. Peki bu nereye kadar böyle sürerdi? Hele o geceden sonra o iblis odama gelmeye devam ederken. Hemde her gece... defalarca!... sırf bana dokunmasın diye yaptığım uyuyor numaralarımsa hiçbir işe yaramıyordu. O, her gece kendini alkollere teslim ederken, ben alkolik nefesiyle; nefesini her defasında tenimde arsızca ve hadsizce gezdirişine teslim olamamıştım. Onu saymayı unuttuğum sayı dizelerince; 'yapam!' diyerek itmem ya da 'dur!' diyerek vaveyla ettiğim hiçbir figanım durduramamıştı.

Hani bana ilk firarımda tecavüz ettiği gece: "Buna her gece alışsan iyi edersin." demişti ya? Haklıymış. O iblis yine, yeniden dediğini yapmıştı. O, sözünün eri bir adamdı (!) Her defasında yaptığı gibi yeniden Sözünün arkasında durmuştu. Ama ben onun ikazında bulunduğu şeyi yapıp, bu zulüme günlerdir alışamamıştım. Alışamayacaktım da.

Buna nasıl alışılırdı? Kim alışabilirdi? Zorla tutulduğu bir yerde, doğru dürüst tanımayı geçtim, ailesinin ölümüne sebep olduğu için nefret kusmak istediği bir adam üzerinde efendiliğini ilan edercesine teninine izinsiz dokunurken ve ölmek için her gece dualar ederken, kim alışabilirdi?

ZÂLİM: Kötü Adam Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin