~ EVLİLİK ~

629 27 18
                                    

Sabaha karşı Barry ' nin dürtmesiyle uyandım.
- Kraliçe seni çağırıyor ! Acele et !
- Bağırmayı keser misin lütfen ?
Yüzünde korkuyla karışık tedirgin bir ifade vardı. Onu en son buz odaya girdiğim gün böyle görmüştüm. Ve o günün üstünden iki yıl geçmişti. Belli ki önemli birşey vardı. Çabucak toparlanıp saraya gittim. Kraliçe beni görünce tahtından inip yanıma geldi. Onu tanıdığım bunca zaman boyunca ne düşündüğünü ne hissettiğini asla anlayamamıştım. Ancak şuan onda tek gördüğüm memnuniyetti.
- Artık vakti geldi Thomas.
Neyin olduğunu sormadım çünkü açıklayacağını biliyordum.
- Savaş çok yakın. Düşmanımız her türlü hileye başvuracak. Sana türlü türlü yalanlar uyduracaklar. Onlara kanmayacak kadar akıllı ve güçlüsün.
Duraksadı ve önümüzde buzdan bir harita yarattı.
- Burası benim krallığım. Şu gördüğün tepenin ardı ise kız kardeşimin toprakları. Kardeşim öldürüldü Thomas ve onun tahtına bir yabancı oturdu. Kız kardeşimin mirasını bir yabancıya bırakmayacağım. Bu yüzden birlikte o toprakları ele geçireceğiz.
Elini omuzuma koyup konuşmaya devam etti. O anlattıkça ben düşüncelere dalıyordum.
- İki yıl önce güçlerini kullanmanı yasakladım. Ve bunu seni korumak için yaptım. Ancak artık eskisi gibi değilsin. Akıllı ve güçlüsün. Üstelik buna dönüşürken güçlerine bile ihtiyaç duymadın. Ancak şuan var Thomas. Benim senin güçlerine ihtiyacım var. Hadi göster bana.
Birkaç adım gerileyip odaklandım. Sular etrafımda toplanırken ellerimle yön vermeme bile ihtiyacım yoktu. Gerçekten bu kadar güçlenmiş miydim ? Kraliçe büyülenmiş gibi bana bakarken suları yok ettim.
- Sizin için herşeye karşı savaşırım. Sadece tek bir isteğim var. Anaklusmos... O kılıcı istiyorum.
Kraliçe elini açınca kılıç elinde belirdi.
- Aslında kılıcın ismi Dalgakıran. Sana zaten verecektim onu.
Dalgakıran... Demek Anaklusmos bu anlama geliyordu. Kılıcı elime alınca tuhaf bir anımı hatırladım. Sanırım bu kılıca ilk sahip olduğum gündü. Sarı saçlı bir kız bana kılıcı anlatıyordu. Kim olduğunu bilmiyordum ancak onu çok iyi tanıdığımıda hissediyordum.
- Anaklusmos ' da ne demek ?
- Kılıcın yunanca ismi yosun kafa.
- Peki ne anlama geliyor bilmiş kız ?
- Dalgakıran. O babana aitti. Şimdiyse sana.
Anı silikleşirken kraliçe konuşmaya başladı.
- O kılıç sana iyi gelmiyor. Sana yaşamadığın anılar gösteriyor. Kullanıp kullanmamak sana kalmış Thomas. Şimdi git ve ordunu hazırla.
- Emredersiniz.
Saraydan çıkıp kılıcı kapattım. O anıların gerçek olduğuna emindim. Şimdilik kraliçenin yapmamı istediği şeyden başka yapacak birşeyim yoktu. Ve gerçekler elbet ortaya çıkacaktı.
Eğitimleri iyice hızlandırıp gençleri savaş için hazırladım. Evet henüz küçük olabilirler ama onları savaşta en öne koyma gibi bir niyetimde yok zaten. Çocuklar avcıların geleceği ve onları koruyacağım. Mühimmat hazırlığı işini Barry ' ye verdim. O bu işleri benden daha iyi yapar. Odama çekilip savaş stratejisi düşünürken zihnimde bir ses duydum. Garip bir şekilde hem yabancı hemde tanıdıktı.
- Buna bir son ver Percy.
- Kimsin sen ?
- Annabeth.
- Seni tanımıyorum çık kafamdan.
- Evet Percy tanıyorsun.
- Benim adım Thomas.
- Hayır. Sen Percy Jackson ' sın , Poseidon ' un yaşayan tek çocuğusun.
- Çık kafamın içinden !
Sesin varlığı tamamen gidince rahatladım. O kız konuştukça kafam kazan gibi oluyordu. Bir süre daha çeşitli savaş taktiği düşündüm ve en sonunda birine karar verdim. Bu savaş kesinlikle bizim olacaktı. Dışarı çıkıp birlik komutanlarını çağırdım. Onlar etrafımda toplanınca planı anlattım.
- Türklerin meşhur savaş taktiğini bilir misiniz ?
Hepsi hayır anlamında başını sallayınca anlatmaya koyuldum.
- Hilal taktiği. Ordumuzu üçe bölücez. Bir kısım ortada diğer iki kısım yanlarda olacak. Ortadakiler saldırıya geçip geri kaçacaklar. Düşman kaçanların peşine gelince de yanlardaki avcılar düşmanı kıskaca alacak. Kaçacak yerleri olmayacak. Bende o sırada tek bir depremle hepsini yerle bir edeceğim.
Komutanlara teker teker bakıp onay vermelerini bekledim. Hepsi memnun ifadelerle onaylayınca kraliçenin yanına gittim.
- Kraliçem , savaşta kullanacağımız strateji hakkında...
- Açıklamana gerek yok Thomas , sana güveniyorum.
- Peki.
Saraydan çıkınca Barry ' ye mühimmatları araçlara yüklemesini söyledim. Daha sonrada komutanlarla konuşup sorun olup olmadığını sordum. Herşey mükemmel işliyordu. Bu savaşı kazanırsak kraliçeden özgürlük talep edeceğim ve bu beni endişelendiriyor. Artık avcı olmak istemiyorum , eskisi gibi olmak istiyorum. Evet birkaç şey hatırlıyorum. Mesela yaz kampındaki günlerimin bir kısmını. Fazla olmasa da benim için yeterli. Kraliçenin ne tepki vereceğini bilmesem de bunu denemeliyim yoksa beni sevenlere , gerçek aileme haksızlık yapmış olurum.
Savaş günü geldi çattı ve ben içimdeki sıkıntıyı bir türlü atamıyorum. O topraklarda karşılaşacağım şey hiç hoşuma gitmeyecek gibime geliyor. Kraliçe günlerdir burnundan soluyor ve kimse ağzını açıp birşey diyemiyor. En sonunda dayanamayıp saraya girdim. Kraliçe sinirden dört dönüyordu ancak elimden birşey gelmiyordu , ne olursa olsun konuşmalıydım. Bu yersiz sinirini bizden çıkarmaya hakkı yoktu.
- Kraliçem ?
- Ne var !?
- Bunu size sormalıyım.
- Gidip ordunla ilgilen !
- Helen !
Bunu dememle şaşkınlıkla bana döndü.
- Ne dedin sen ?
- Neyin var Helen ?
Derin bir iç çekip bana sarıldı. Tamam gerçekten tuhaf birşeyler oluyordu. Sonunda ayrıldığında konuştu.
- Ölümüm çok yakın.
- Ne ?
- Yakında öleceğim ve bu...
Duraksadı.
- Bu senin elinden olacak.
- Asla böyle birşey...
Bu sefer beni susturdu.
- Yapmazsın. Biliyorum. Ancak kaderimde bu var.
- Nasıl değiştireceğiz ?
- Bir yolu var.
Kraliçe Helen ' in kötü biri olmadığını biliyordum. O buzdan kalbinin altında yatan masumiyeti bir kez görmüştüm ve eğer onu ortaya çıkarırsam küçük çocukları birer savaşçıya dönüştürmekten vazgeçebilirdi. Kısa süren sessizliği o bozdu.
- Kral olman gerek.
- Ama bunu ancak...
Cümlemi o tamamladı.
- Benimle evlenerek yapabilirsin , biliyorum. Bana bak Thomas , iyi biri olmak istiyorum ama çok yakında senin ellerinden öleceğim. Lütfen kabul et ve beni kurtar.
Tanrılar aşkına ne yapacaktım ? Kabul edersem hiçbir zaman aşık olamayacaktım. Olsam bile aşkımı doya doya yaşayamayacaktım.
- Senden çok fazla şey istediğimin farkındayım. Ancak kabul edersen gerçekten kalbimdeki buzu eritmek için elimden geleni yapacağım.
Bunu en azından o küçük çocuklar için yapmalıydım. Savaştan sonrada gitmek istediğimi Helen ' e söylerdim ve evlilik bağını bozardık.
- Tamam , kabul ediyorum. Ancak bir şartım var.
- Nedir ?
- Bunu zamanı gelince söyleyeceğim.
- Tamam sen bilirsin. Savaş için yarın yola çıkacağız bu yüzden bu akşam evlilik işini halletmemiz lazım.
Bişey demeden çıktım. Ben az önce neye tamam demiştim ? Umarım sonu iyi biterdi. Barry hava kararınca beni zorla odama götürdü. Yatağımın üstündeki kıyafetleri görünce aklıma evlilik meselesi geldi.
- Birkaç saat sonra kral olacaksın o surat ne ?
- Boşver. Bunları giymek zorunda mıyım ?
- Helen kesin emir verdi.
Barry çıkınca bende kıyafetleri giydim. Siyah kot pantolon , beyaz gömlek ve siyah ceketti giydiklerim. Aynadan kendime bakınca gerçekten yakışıklı olduğumu farkettim. Yani bu günlük kıyafetlerle bile birsürü adamı solda sıfırda bırakırdım. Böbürlenmem bitince tam çıkacaktım ki Barry içeriye girdi.
- Seninle konuşmam gerek otur şuraya.
Sesi gayet ciddiydi bu yüzden beklemeden oturdum. Konuşmasını beklerken cebinden bir fotoğraf çıkardı.
- Bu benim ve ölen kardeşimin fotoğrafı.
Fotoğrafı bana verince Barry ' nin yanındaki çocuk dikkatimi çekti. Çocuk tıpkı bana benziyordu. Saçları , gözleri , gülüşü...
- Barry bu...
- Evet biliyorum sana çok benziyor. Onun yokluğunu bana unutturdun sen.
- Adı neydi ?
- Dylan.
- Nasıl öldü ?
- Onu zehirlediler.
- Ben...
Ona sıkıca sarıldım. Bu kadar zaman bana abilik yapmıştı ve gerçek bir abi gibiydi. Ancak belli ki bende ona gerçek bir kardeş olmuştum.
- Hadi bakalım gitme vakti , kardeşim.
Gülümsedim.
- Sağol... Herşey için , abi.
Birlikte odamdan çıkıp saraya doğru yürümeye koyulduk. Barry saraya girdiğimizde bana kürsüde beklememi söyleyince dediğini yapıp kürsüye çıktım. Kürsüde buz yapıdan başka birşey yoktu. Birkaç dakika sonra sarayın girişinde Helen belirdi. Gerçekten muazzam görünüyordu. Tamam ona aşık olmayabilirim ama bu güzelliğini görmeyeceğim anlamına gelmiyordu. Mavi tonlarındaki elbisesi gayet şıktı. Elbisenin sadeleğini örtecek şekilde taktığı pırlanta kolye ona çok yakışmıştı. Düz beyaz saçlarına taktığı mavi pırlantalı taç yüzünü ortaya çıkarmıştı. Mavi ağırlıklı hafif makyajı sadeliğinden ödün vermiyordu. Her haliyle çok güzeldi ancak ona karşı birşey hissetmiyordum.

 Her haliyle çok güzeldi ancak ona karşı birşey hissetmiyordum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Helen bana doğru gelirken içim hiç rahat değildi. Heycanıma verip düşünceyi kafamdan uzaklaştırdım. Sonunda kürsüde yan yana duruyorduk ve içimde beni yiyip bitiren bir his vardı. Helen bana kısa bir gülümseme gönderirken zorlukla karşılık verdim. Sonra avcılardan biri öne çıkarak karşımıza geçti.
- Siz Kraliçe Helen , hayatınızın sonuna kadar eşinize olan bağlılığı kabul ediyor musunuz ?
- Ediyorum.
Yüksek sesli bir alkıştan sonra sıra bana gelmişti. Resmen nefes alışlarım hızlanmıştı.
- Siz müstakbel Kral Thomas , eşinize olan bağlılığı kabul ediyor musunuz ?
Dilim dolandığından cevap veremiyordum. Beni durduran şey de neydi böyle. Birkaç mırın kırından sonra ağzımdan çıkan evet ile alkış sesleri yükseldi.
- Evet.
Alkış bir anda kesilirken herkesin gözü sarayın girişinde duran kişilerdeydi. Helen ani bir hareketle elimi tutup kürsüdeki buz yapının üstüne koydu. Benim elimin üstüne de kendi elini koyunca ufak bir ışık yandı. Elimi geri çekerken Helen gülümsüyordu. Ancak bu gülüş hiçte hayra alamet değildi.

PERCY JACKSON : SAKLANAN ACILARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin