Süheyl ellerinde tutuğu lavanta buketini düşürmemek için daha sıkı tutu. Yaklaştıkça hüznü, heyecanı daha çok artıyordu. İnsan en sevdiklerini kaybedince kabristanların pekte korkulacak bir yer olmadığını anlıyordu galiba. Çünkü yaklaşık iki aydır en huzur bulduğu yerlerden biriydi burası. Burdaki toprak kokusu farkıydı. Buradan bakınca gökyüzü bile farklıydı. Burdan bakınca hayat çok farklıydı.
Huzur bulduğu bir yer insanın canını aynı zamanda nasıl bu kadar yakabilirdi?
Yıllardır çok aşina olduğu bu şehitler mezarlığına bu şekilde geleceği hiç aklına gelmezdi. Beyza'yla sürekli ziyarete gelirdi ama bu çok çok farklı bir histi. Enis amcası ve Beyza teyzesinin mezarlığı biraz daha ileride kalıyordu. Anne ve babasını ziyaret ettikten sonra oraya da uğrayacaktı.Bir kaç saniye durup düşüncelerini sirkeledi. Çok yaklaşmıştı ve onların karşısına böyle çıkmak istemiyordu. Dik çıkmak istiyordu. Güçlü gibi durmak. Güçlü değildi ama sadece gibi olmak istiyordu şu an. Yüzüne zorda olsa bir tebessüm yerleştirip anne ve babasının mezarlarının önüne gelip asker selamı verdi.
"Ben geldim. Oğlunuz Süheyl." Dedi yanan gözlerini aldırmadan gülümseye devam etti. Sonra dizlerinin üzerine çöküp oturdu.
"Sana en sevdiğin çiçeklerden getirdim anne. Senin bahçeden topladım. Onlara çok iyi bakıyorum. Sen onları çocukların gibi severdin bende en az senin kadar özen göstermeye çalışıyorum." Diyip ellinde tutuğu buketin ipini açıp mezarlığın üzerine serpiştirmeye başladı lavantaları. Kokusu daha da bir yayıldı böyle yapınca. Tıpkı annesi gibi koktu etraf. Burnu sızladı. Bu kokuyu annesine sarılırken almayı özledi. Göz yaşları düştü toprağa yavaş yavaş. Annesinin söylediği türkü kulaklarında çınladı. Karadeniz şivesiyle söylediği o türkü o kadar çok yakışıyordu onun sesine.
(Multiyi burda açmanızı tavsiye ederim ben öyle yazdım emin olun daha güzel oluyor☺️)
"Çok çok özledim anne. Öyle çok ihtiyacım var ki sana. Konuşmadan derdimi anlatmaya bana vereceğin her türlü akla öyle çok ihtiyacım var ki. Ne diyordun o türkünün sözlerinde;
KUŞ YOLARUM KANADİNİ UÇ DA GETİR ANNESİNİ...
Getirsin annesini o kuş. Çünkü çok ihtiyacı var o çocuğun. Türkülerle ninilerle uyuttuğun o küçük çoçuğun annesine ihtiyacı var. Nefesim kesiliyor anne gelmen lazım.
BEKLE SEVDUĞU BEKLE
UŞAĞUM SENİ BULUR...Beklemiyor anne. Beyza beni beklemiyor. Senden sonra kalbimi vereceğim tek kadın beni beklemiyor. İnanmıştım ben anne. Birbirimize yazıldığımıza inanmıştım. Sizden sonra dik durmam gerekirken daha da çöküyorum.
Uyumaya ihtiyacım var. O kadar çok uyumalıyım ki uyandığımda her şey geçmiş olsun. Oğlun mertliğin destanını yazamıyor. Oğlun o kadar güçlü değil.
Murat ve Ömer'e yetmiyorum. Yetemiyorum. Nasıl yeteyim ki? Anne ve babalarının yerlerini nasıl doldurabilirim? Beni neden bu kadar büyük bir yükün altında bıraktınız.
Baba...
Oğlunu bu kadar aciz ve güçsüz görmek ister miydin?
Hiç yakışıyor mu Yusuf Atılganın oğluna?Nefret ediyorum bu hallerimden. Hele birde şu baş ağrıları elimi kolumu bağlıyor resmen.
Olmuyor anne Beyzasız hiç bir şey olmuyor. Bir başkasını severken onu kendime mecbur edemem ama istiyorum. Onu kendime mecbur kılmak istiyorum.Tutup kolundan bunca zaman ben yanında oldum sen benimsin demek istiyorum. Yarın taşınıyorum. Doğru mu, yanlış mı bilmiyorum. Ama onun karşı evde olduğunu bilmek bile çok huzur veriyor. Pencereden sokağı izlerken göz göze gelme ihtimali bile çok mutlu ediyor. Ben bu kızla ne yapacağımı bilemiyorum. Bu baş ağrılarını dindirecek tek ilaç onun parmakları arasında. Ama o ilaç bana haram. Helal kılmak istiyorum.
Elleri benim ellerimden başka ellere dokunmasın. Gözleri benden başkasına helal olmasın. Saçlarını...
Saçlarını benden başkası göremez. Benden başkası dokunamaz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVİACZ "SESLENDİRİLDİ"
SpiritualeYaşadı... Daha doğrusu yaşamak istedi... Ama bir kaç ufak değişiklikle... Annesinin yaşadığı güzel yanları almak istedi kendine... Babası gibi sadık bir aşık istedi... Ama onlara göre fazla yaralı başlamıştı hayata... Fazla kırık dökük başlamıştı...