3.5

8.4K 586 89
                                    

İki bin okunmaya ulaştık ve yolun yarısını bitirdik! Herkese çok teşekkür ederim ❤ Bol bol olumlu ve olumsuz eleştiri bekliyorum, İskele Prens ve Prensesleri.

İyi okumalar 💙

Umut, bilinmeyen numaranın deyimiyle prensi olduğu yere gelmişti. Gün batmak üzereydi. Şehir sessiz ve duygu yüklüydü sanki. Umut etrafına bakmamak için çabalıyordu. Ne zaman başını çevirip gelen var mı diye bakmaya yeltense aklına gelen mesajla bundan vazgeçiyordu.

Umut en kötü zamanlarını geçirdiği yere gözlerini gezdirdi. Maviler birbirine karışmış, kızıllıklar poz vermişti. Kimsesiz bir vapur görünüyordu açıklarda.

"Ben geldim, İskele Prensi." dedi bir ses ansızın. Umut başını çevirmek istedi. Ses ona engel oldu.

"Bugün yalnızca sohbet edeceğiz, Umut. Ama sen kim olduğumu bilmeyeceksin. Şimdi, ufak bir gezintiye çıkalım mı?"

Umut başını salladı. Tekerlekli sandalyesi Anonim dediği kişi tarafından sürülüyordu. İskeleden ayrılıyorlardı.

"Günün en güzel saati. Gün batıyor, İskele Prensi." Umut yine bir şey diyemedi.

"Fazla suskunsun."

"Ses tonun çok güzel." diyebildi Umut. Söyleyebilecek başka bir şey bulamamıştı.

"Teşekkür ederim, İskele Prensi."

"Sana ne demeliyim? Nasıl hitap etmeliyim?" diye sordu Umut. Hâlâ önüne bakıyordu. Anonimin kimliğini henüz öğrenememişti.

"Hemşire diyebilirsin, Umut."

"Gerçekten hemşire misin?"

"Evet, gerçekten hemşireyim."

Umut birden gülmeye başladı.

"Seni güldüren nedir, İskele Prensi?" diye sordu hemşire.

"Kafamı kaldırsam seni görebilirim. Ama buna izin vermiyorsun."

Hemşire Umut'un gülüşüne eşlik etti. İskeleden epey uzaklaşmışlardı.

"Peki neden, hemşire? Neden sana bakamıyorum?"

Hemşireden bir süre ses gelmedi. Umut sorusunu tekrarladı.

"Hâlâ cesaretim yok, İskele Prensi. Bana baktığında beni tanıyacaksın." dedi hemşire.

"Ben seni sesinden bile tanımadım. Yüzünden de tanımam ki."

"Tanırsın, Umut. Senin o saf kalbin unutsa da ben senin hep aklındaydım. Ama şimdi bunları boş verelim. Seninle bir anlaşma yapalım." dedi hemşire duru bir sesle.

"Ne anlaşması?"

"Ben sana bugün dahil önümüzdeki üç gün içinde her gün bir tane olmak üzere soru soracağım. Ama bu üç günde beni yine görmeyeceksin. Dördüncü günse senin karşına çıkıp her şeyi anlatacağım. Anlaştık mı?" diye sordu hemşire. Umut usulca başını salladı.

"Anlaştık."

"O zaman günün sorusu geliyor."

Yol karanlık olmaya başlamıştı. Günün kızıllığı sona ediyordu. Sokak lambaları açılmıştı.

"Bana abinden bahset, İskele Prensi. Abin nasıl biri?" diye sordu hemşire. Umut şaşırmıştı.

"Ama onu zaten tanıyorsun, hemşire. O senin arkadaşın."

"Evet, öyle. Ama ben onu senden duymak istiyorum."

Bir süre her ikisi de sessiz kaldı. Umut ne demesi gerektiğini düşünüyordu. En sonunda bir yerden başlamaya karar verdi.

"Onun yüreği çok temiz, hemşire. Benim gibi mavi gözleri var. Gözlerinden sevgisini okuyabiliyorum. Bunca zaman benden bu kadar uzak durması elbet canımı yaktı. Ama şimdi iyiyiz, hemşire. O bana yeter." Umut duraksadı bir an.

"Ayşegül'ün ölümün-"

"Hayır, ondan bahsetme Umut." diye araya girdi hemşire. "Her şeyin bir sırası var."

Umut ağır ağır başını salladı. Karanlık çökmüştü. Hava bulutsuz, serin ve rüzgarsızdı. Yağmur ihtimali ortadan kalkmıştı. Saksılı bir pencerenin gerisinden dışarıyı gözetleyen bir kedi gözüne çarptı Umut'un. Gülümsedi. Kedi cama vurdu. Umut pencereyi göremeyecek kadar uzaklaşana dek kediyi izledi.

"O benim kardeşim, abim. O olmasa bu şehir bana dar, hemşire. Küçükken bir çocuk gelip bana karışmıştı. Ben de pek hassastım. Abim benim aksime kavgacıydı. Hemen buldu o çocuğu. Çocuğa artık ne söylediyse, o günden sonra çocuk bana bir daha karışmadı." Umut güldü. Hemşire de onun gülüşüne eşlik etti.

"Bir keresinde eve gömleksiz ve ayakkabısız geldi. Babam kızdı ona. Kendisini koruyamayan bir çocuk istemediğini söyledi. Meğer abim gömleğini ve ayakkabılarını yanında parası olmadığı için ihtiyacı olan birine vermiş. Babam sonra da işte benim oğlum, diye böbürlendi. Babam hep böyledir, hemşire. Ona yaranmak biraz zordur."

Hemşire sessizliğini bozarak "Abin senin için nelerden vaz geçer, Umut?" diye sordu.

"Her şeyden." dedi Umut büyülü bir sesle.

"Peki ya sen? Sen abin için nelerden vaz geçersin?" Umut bir süre sessiz kaldı. Yolda tek tük insan kalmıştı.

"Her şeyden."

Hemşire tekerlekli sandalyeyi durdurdu.

"Ben cevabımı aldım, Umut. Şimdi seninle saklambaç oynayalım."

"Saklambaç mı?" diye sordu Umut safça.

"Evet, İskele Prensi. Saklambaç. Burası senin evine çok yakın. İki-üç sokak sonra evine gidebilirsin." dedi hemşire.

"Peki nasıl oynayacağız?"

"Gözlerini kapatıp ona kadar say, İskele Prensi. O sırada ben gideceğim. Eğer başını kaldırdığında beni görürsen tamamıyla karşına çıkacağım senin. Ama göremezsen evine gideceksin ve sonra yarın yine aynı saatte buluşacağız."

Hemşire konuşmasını bitirdiğinde Umut gülerek başını salladı.

"Hadi kapat gözünü."

Umut elleriyle gözlerini kapattı. Saymaya başladı.

"Bir."

Hemşire uzaklaşmaya başladı.

"İki."

İskele Prensi adım seslerini duyabiliyordu.

"Üç."

"Dört."

Hemşire ağaçların arasında kaybolmuştu.

"Beş. Altı. Yedi."

Umut artık yalnızca kendi sesini duyabiliyordu.

"Sekiz. Dokuz."

Belki de hemşire henüz saklanmamıştır, diye düşündü.

"Dokuz buçuk."

Kendi kendine güldü.

"On. Saklandın mı hemşire?"

Gözlerini açıp etrafına baktı. Kendi etrafında birkaç tur attı ama hemşire ortalıkta görünmüyordu. Gece onu çoktan gizlemişti. İskele Prensi dudağındaki ufak tebessümü ile evine doğru yol aldı.

İskele Prensi | Texting✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin