Shut your mouth, baby stand and deliever.
Holy hands, ooh they make me a sinner.
Like a river, like a river.
Shut your mouth run and me like a river.(Çeneni kapat bebeğim, ayakta dur ve ver.
Kutsal eller, oh beni günahkar yapıyorlar.
Bir nehir gibi, bir nehir gibi.
Kapa çeneni ve bir nehir gibi üzerime ak.)~
(3 month later)Normal bir hamilenin 6. Ayındaki karnının büyüklüğü ile aynı karın büyüklüğüne sahiptim. Ve üçüzlerim gerçekten çok hareketli ve çenebazdı. Ah çocuklarım benimle artık iletişim kurabiliyordu. 2 oğlum 1 kızım olacaktı. Oğlum ve kızım çok atışıyordu. Ah diğer oğlum ise köşede onları dinliyordu. Çok uysal bir çocuk olacağı belliydi. Ayrıca en duygusal olan çocuğum da oydu.
Geçenlerde hamilelikten dolayı yine bir sinir krizi yaşamıştım ve o gün dışarıda ne olduysa Jungkook eve sinirli gelmişti. Yine her zamanki gibi ben bağıracağım bağıracağım sonra o beni sakinleştirecek ve kucağında uyuyacağım sanarken o da bana bağırdığında ne olduğunu anlamamıştım. Ama kendimi lavovada kan kusarken bulmuştum.
Jungkook da pişman olsa da o an çok korkmuştum. Çocuklarımdan birine bile bir şey olsa yaşayamazdım sanırım. Jimin kontrol ettiğinde çocukların üçünün de ağladığını görmüştü. Kan ağlıyorlardı. Jimin kan ağlamalarının onlar için iyi olduğunu söyledi. Kan ağladıkları an zihinsel ve fiziksel olarak güçlenirlermiş ama o kan ağlama olayı benim için iyi değildi. Çünkü üç tane çocuk kan ağladığında o kan benim vücudumdan gidiyordu ve uzun bir süre hamilelik bulantılarımın geçtiği halde baş dönmesi yaşamıştım. Ah doğru söylemeyi unuttum. Jungkook ile uzun bir süre konuşmamıştım ondan sonra. Hatta eve bile almamıştım.
Anladığıma göre çocukların kalbini almıştı ama benim gönlümü öyle kolayca alamazdı. Normalde öyle biri olmadığımı biliyordu ve hamilelik hormonlarının getirisi ile sürekli bir sinir bozukluğu yaşıyordum. Tam anlamıyla gönlünü almadan barışmayacaktım. Çocuklar yoluyla beni ikna etmeye çalışsa bile hayır. Bu sefer kolay olmayacaktı.
"Baba, baba, baba, baba, baba, baba, baba, baba, baba, baba..."
Kızım Soojin yine bana seslenmeye başlamıştı. Karnımı okşadığımda rahatladığını anlamıştım. Üçünün de. Çünkü onlar ne hissederse bende hissediyordum, tıpkı ben ne hissedersem onların da aynısını hissettiği gibi.
"Efendim kızım ne oldu?"
"Bu aptal Yugyeom burnuma parmaklarını sokuyor. Ona bir şey söyle."
"Önceliğimiz neydi bizim kızım. Kibar olmak. Kardeşine karşı kibar ol öncelikle. Sonra ise Yugyeom kız kardeşini rahat bırak. Yoksa sana bir hafta ceza veririm. Canın ne isterse istesin yemem!"
"Baba banane ya banane. Tamam bir daha yapmayacağım. Söz veriyorum ve özür dilerim. Bir daha yapmayacağım."
"Bende özür dilerim anneciğim."
"Aferin benim çocuklarıma. Hep böyle olun. Jonghyun? İyi misin oğlum? Hiç sesin çıkmıyor."
"Baba Jonghyun 2 gündür uyuyor."
Gözlerim büyürken aynı anda doluyordu. Nasıl 2 gündür uyuyor. Onlardı beni uyandıran hep. Vampir gibi hiç uyumadan karnımda gezen. Ne demek uyuyor. Nasıl uyuyabilir? Hemde 2 gün. Ben bunu nasıl fark etmedim? Nasıl bir babayım ben?
"Jo-Jonghyun ses ver oğlum. Uyan hadi! Seni bekliyorum oğlum. Hadi uyan."
Ağlarken konuşmam Yugyeom ve Soojin' i etkilemiş olmalı ki onlar da kardeşleri Jonghyun' u uyandırmaya çalışıyorlardı. Ses yoktu. Uyuyordu. Tanrım. Lütfen uyuyor olsun. Lütfen başına bir şey gelmiş olmasın. Lütfen. Yalvarırım.
Titreyerek oturduğum yerden kalkmış ve karnımı tutarak kapıya koşmuştum. Kapıyı açtığımda kapı dibinde uyuyan Jungkook bir hışımla kalkmıştı ama hala uyku mahmuruydu. Ağladığımı gördüğünde ise telaşlanmıştı. Sonra ise kollarına yığılmıştım. Öylece...
●●●
(Medyayı burada açın. Hem dinledim hem ağladım hemde yazdım. O yüzden bittikçe başa sarın.)
Gözlerimi açtığımda ne bir hastane odasındaydım ne de kendi odamdaydım. Karnıma baktım. Dümdüzdü. Ama nasıl olur. Benim 3 aylık üçüzlerim sayesinde karnım kocamandı. Nasıl bu hale geldim? Neredeyim?
"Baba..."
Yankı yapan ve neresi olduğundan bir haber olduğum yerde bana seslenen Jonghyun ile çevreme baktım. Yemin ederim her yere baktım ama yoktu. Issız bir beyazlık vardı.
Uzaktan gelen bir silüet vardı. Uzun boylu, yapılı ve sanırım güler yüzü vardı. Oldukça güler yüzlü.
Yanıma yaklaştıkça bedenen Jungkook' a benzediğini düşündüğüm bir adam çıktı. Kimdi bu adam?
"Baba."
Tekrardan seslendiğinde gözlerim büyüdü.
"Ben oğlun Jonghyun baba."
Başını yana eğerek gülümsediğinde gözlerim dolmuş ve yanına gitmek istemiştim. Yanına gitmek istiyordum. Peki neden gidemiyordum.
"Baba. Zorlama kendini. Ölülere yaklaşamazsın."
Dondum. Tek kelime ile dondum. Ne demek ölülere yaklaşamazsın. O an, sanırım o an patlama noktam oldu. Hem hıçkırıklarla ağlıyor hemde ona yaklaşmaya çalışıyordum. Oğluma gitmeye çalışıyordum. Olmuyordu beceremiyordum. Aramızda görünmez bir duvar vardı sanki ve ben ölmek istiyordum. Ne demek benim oğlum ölmüştü? Ne demekti bu? Ölemezdi benim oğlum.
Sürekli gülümseyen oğlumun bile gözleri dolmuş hatta sızdırmaya başlamıştı bile. Ağlaması şiddetlenmiş artık hıçkırarak ağlıyordu. Aynı Jungkook babası gibi ağlarken yere çökmüştü. Onun karşısına gelecek şekilde yere çöktüğümde yine dokunmaya çalıştım ama her seferinde başarısız oldu. Sayısız kez ona ulaşmayı denedim.
"Gitmem gerekiyor baba. Bensiz mutlu ol tamam mı? Kardeşlerime iyi bak baba. Birbirlerini üzmesinler olur mu? Onlar kavga ettiklerinde onların arasını yapacak bir kardeşleri yok artık çünkü. Ayrıca lütfen onlara onları çok sevdiğimi söyle. Seni seviyorum baba. Seni çok seviyorum. Jungkook babamı da çok seviyorum. Ama gitmem gerek. Her zaman mutlu olamayız değil mi? Sakın üzülmeyin olur mu? Sizi her daim izliyor olacağım. Lütfen baba. Lütfen ağlama. Hadese beni yok etmesini söyleyeceğim yoksa. Sizi izlemek istiyorum, siz mutlu olduğunuzda sizinle mutlu olmak istiyorum. Benden bu hakkı alıp daha çok ağlama baba. Lütfen..."
Ağlamamı durdurmaya çalışsam bile ardı arkası kesilmiyordu. Yemin ederim oğlum ölmesin diye canımı verirdim. Yeteri kadar yaşadım kalanını da oğlum yaşasın. Elimde olsa her şeyimi ona verirdim. Ama oğlum yaşasın. Çocuklarım yaşasın. Siyahlar içindeki Hades arkasında ruhların olduğu ordusu ile gelmişti. Hades geldiğinde hemen ayağa kalkmış ve oğlumu götürmemesi için yalvarmaya başlamıştım.
"Kuralları biliyorsun Taehyung. Zorluk çıkarma. Bunu bile herkesten gizli yaptım. Bir daha böyle bir olay olsa bile yapmayacağım. O yüzden artık gidiyoruz."
"GÖTÜRME OĞLUMU! O BENİM OĞLUM! ONUN DAHA YAŞAYACAK ÇOK ZAMANI VAR! ONUN YERİNE BENİM CANIMI AL! Ya-yalvarı-yalvarırım."
Artık çok geçti. Gitmişlerdi. Oğlum gitmişti. Sarsıldığımı hissediyordum. Ayağımın altındaki yerin sarsılığını hissediyordum. Ama umurumda bile değildi. Artık umurumda değildi...
~
Moralim bu aralar gerçekten iyi değil ki, kitaba bile yansıdı. Özür dilerim. Geç bölüm yazdığım için. Sorumsuz bir yazar olduğum için. Her şey için. Her neyse kendimi acındırıyormuş gibi hissettim. Kendinize çok çok iyi bakın. Sizleri çok seviyorum. Sizde kendinizi sevin, çevrenizdeki iyi kalpli sizin için uğraşan insanlara onları sevdiğinizi belirtin. 🧡
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Centuries-Old Loneliness 'TAEKOOK'
Fantasy-Tanrılar ve Tanrıçaların gerçek olduğu bir dünya. - Peki ya savaşın olduğu bir dünya. - Bu karmaşa içinde mutluluk ve sevgiye yer var mı? 'Mutluluk ve sevgiye her zaman yer vardır. Önemli olan onlar için zaman ayırmak.' -DÜZENLENİYOR-