Everyone deserves to be happy.
(Herkes mutlu olmayı hak eder.)~
(600 Years Ago)
Burası neresi? Daha doğrusu ben neredeyim? Ayağa kalkıp yürümeye başladığımda üzerimdeki değişik kıyafetlere bakıyordum. Üzerimdeki kıyafet her şeye benziyordu ama belli bir tanım yapamıyordum.
"Sen neredesin? Sabahtan beri seni arıyorum. Kralın oğlu Seok Jin' in banyo yapması gerekiyor ama sen burada gez dolaş. Yürü çabuk işinin başına. Her gün seninle mi uğraşacağım ben."
El mahkum önümdeki kişinin peşine düşmüştüm ne yapacağımı bilmeden.
Çanlar çalmaya başladığında herkes çığlık atıyor bense olduğum yerde çanın neden çaldığını anlamaya çalışıyordum. Önümdeki kişi çoktan kaçmıştı. Ben şimdi nerede bulacağım Prens Seok Jin' i.
Büyük uzun bir kapı vardı ve görevliler onu açmaya çalışıyordu. Fakat ya bilerek yapıyorlardı ya da onun orada olduğunu bilmiyorlardı ki bence bilmiyolar, kapının oradaki sürgüsünü çekmeleri gerekiyordu. O bir taşı sıkıştırıyor ve kapının açılmasına engel oluyordu. Bu fazla aptalca.
Adımlarım kapıya yöneldiğinde muhafızlar kapıdan çekilmişti. İyi de neden? Kapıya geldiğimde önce sürgüyü çektim. Kapı yavaş yavaş bana doğru gelmeye başladığında ise sıkıştığı yerden taşı çıkardım ve kapının tamamen açılmasını sağladım.
Karşımda kahverengi harika kocaman bir at duruyordu. At o kadar heybetliydi ki üzerindekine dikkat bile edemiyordum. Bakışlarım atı süren kişiye çevrildiğinde duraksamıştım. Bu bakışlar bana çok tanıdık geliyor ama nereden. Keskin yüz hatlarını sanki her gün görüyormuşum da ezberimdeymiş gibiydi. Attan zıplayarak indiğinde büyük adımlarını yanıma getirmiş ve durmuştu.
"Görüşmeyeli nasılsın?"
●●●
Aklıma gelen kesik anıyla kaşlarımı çattım. Yoksa o Jungkook muydu? Kuvvet Tanrısı olan? Peki bu neden şimdi aklıma gelmişti ki?
Başımı kaldırdığımda Jennie yoktu. Kaşlarımı daha çok çatıp nerede olduğuna baktığımdaysa onun yanındaydı. Ne konuşuyorlardı bilmiyorum ama Jungkook bakışlarını benden ayırmıyordu. Neden böyle keskin bakışları vardı ki?
Onlara döndüğümü hisseden Jennie Jungkook' un kolundan tutup yanıma getirmişti. Ben ne yapacağımı bilemez bir şekilde bakışlarımı önümde birleştirdiğim ellerime çevirmiştim.
Diğer dünyada böyle baksa lafımı söyler hatta döverdim de. Ama karşımda duran fazlaca heybetli ve kaslı bir Tanrıydı. Evet bende Tanrıydım ama hala gücümü kullanmayı bilmediğimden pek bir işime yaramıyordu şu an.
"Görüşmeyeli nasılsın Taehyung? Jennie bana diğer dünyada ilk görüştüğümüz anı hatırladığını söyledi biraz önce. Eğer o zamanı hatırlıyorsan eski yaşanmışlıklarımızı da hatırlayabilirsin değil mi?"
"Pardon ama biz seninle ne yaşadık?"
Gözlerinde gördüğüm derin hayal kırıklığı için belki de çok pişman olmuştum ama yapabileceğim bir şeyde yoktu. Hatırlayıp hatırlamamak elimde değildi.
"Biz seninle ne yaşamadık ki Taehyung."
Son cümlesinden sonra yanımızdan büyük adımlarla uzaklaşmıştı ve ben arkasından bakakalmıştım. O gerçekten çok uzun ve iri. Evet şu an düşündüğüm şey buydu çünkü diğerini düşünmeye başlarsa düşünmekten sabahlarım gibi duruyordu.
Bakışlarımı vücuduma çevirdiğimde kendimi diğer dünyada çok saldığımı fark ettim. Yoksa bu göbeğin başka bir açıklaması olamazdı.
Evimize döndüğümüzde ne annem ne babam evde yoktu. Belki de düzenli olarak her zaman bir yere gidiyorlardı ve ben bilmiyordum. Evet çok mantıklıydı.
Jennie' ye baktığımda bir şeye odaklanmaya çalışıyor gibiydi. Onun yaptığı şeyleri denemeye başladım. Ama neye odaklanacaktım ki.
Annem ve babamın nerede olduğuna odaklanmaya çalıştım ve... Tanrılarım ve Tanrıçalarım. Bu görüntü de ne. Sanırım beynim burnumdan akıyor. Çünkü o görüntülerin başka açıklaması olamaz. Resmen ailemizin bize yeni kardeş yapma macerasını kısa bir şekilde izledik kardeşimle. İkimizinde psikolojisi bozulmuştu o görüntülerden sonra.
Akşam yemeğimizi yemiş koltukta uyukluyorduk. Jennie koluma dokunduğunda kısık bakışlarımı ona çevirdim.
"Abi bu gece seninle uyuyabilir miyim? Önce hep uyurduk ve ben seni çok özledim. Adam akıllı bir özlem de gideremedik zaten."
"Uyuyalım tabiki birtanem. Sen yeterki iste."
Kedi gibi göğsüme kıvrıldığında ona sıcacık gülümsemiş ve kucağıma almıştım. Göbekli olsam bile Tanrı olmanın getirileri vardı. Güçlüydüm.
Odama girdiğimde uykuya dalmak üzere olan kız kardeşimi yatağa narince bıraktım ve üzerini örttüm. Dolaptan kıyafetlerimi alıp banyoda değiştirdim ve yatağa girdiğimde hızla başını boynuma sokan kardeşime sarıldım.
Jungkook kimdi? Eskiden benim için ne kadar değerliydi? Onu çok mu seviyordum? Ya o beni seviyor muydu? Bugün gibi yine eski anıları hatırlayacak mıydım?
Hiçbir fikrim yoktu ve bir süre sonra istemsizce kendimi uykuya rahat, güzel ve en önemlisi kardeşimin güzel kokusunu soluyarak bırakmıştım.
~
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Centuries-Old Loneliness 'TAEKOOK'
Fantasi-Tanrılar ve Tanrıçaların gerçek olduğu bir dünya. - Peki ya savaşın olduğu bir dünya. - Bu karmaşa içinde mutluluk ve sevgiye yer var mı? 'Mutluluk ve sevgiye her zaman yer vardır. Önemli olan onlar için zaman ayırmak.' -DÜZENLENİYOR-