I can' t help but wonder.
If our grave was watered by the rain,
Would roses bloom?
Could roses bloom?
Again?(Yardım edemem ama merak ediyorum.
Mezarımız yağmurla sulanırsa,
Güller çiçek açar mı?
Güller çiçek açabilir mi?
Tekrar?)~
Yatağın benim tarafımın hemen yanına iki tane tahta eşik yapılmıştı. İkizlerim orada yatıyor, bizde onlardan fırsat bulabilirsek çok nadir yatağa yatabiliyorduk. İkisi de tam bir canavardı.
Yugyeom ne kadar bana düşkünse Soojin' de o kadar Jungkook' a düşkündü. İkisini de aynı anda kucağıma aldığımda daha birkaç günlük olmalarına rağmen daha haberdar olmadıkları güçleri ile birbirlerini yok edeceklerinden korkuyordum.
Odanın camından yansıyan az ışık sabahın ilk ışıkları olduğunu belli ediyordu. Havanın rengi kızıl-turuncu hoş bir renk olmuştu. Biraz balkona çıkıp hava almam da sorun olmazdı umarım. Yataktan üst bedenimi ayırdığımda hemen yanımda uyuyan Jungkook' a takıldı gözlerim.
Kaç gündür benim yorumlamam için her yere koşturuyordu. Kucağında çocuklarla (Nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde ikisini bir anda kucağına alsa bile ikizlerden çıt çıkmıyor. Bu durum biraz beni kudurtuyor.) her şeyi yapmaya çalışıyordu.
Geceleri uyanıp da uykusuz kalmamam için her gece çocukların başında bekliyordu. Bazen onları seviyor, bazen onlara uyudukları halde masallar anlatıyor bazen de gelip beni öpüyordu. Her gece olmasa bile uyandığım bazı gecelerden biliyordum bunu. O mükemmel bir babaydı.
Yavaşça Jungkook' a eğilip moraran göz altlarından öptüm. Yüzünde küçük bir tebessüm olduğunda uyanmaması için onu sarsmadan yataktan indim.
Bebeklerimin yanına gidip onların da pamuk yanaklarından öptüm. Yugyeom' un açılan örtüsünü sessiz gülüşümle örttüm. Daha bu kadar küçükken bile çok hareketli bir bebekti. Acaba hangi türde güçleri olacak?
Balkona doğru ilerlemeye başladım. Yatağımın ucundaki sabahlığımı üzerime geçirdim ve balkonun kapısını açtım. Hafif esen hava odaya dolmasın diye kapıyı arkamdan kapattım.
Ellerimi balkon demirlerine koyup gözlerimi kapattım ve derin bir nefes çektim içime.
Dünyadan geldikten sonra gerçekten çok fazla şey yaşamıştım. Hepsi yavaş yavaş aklıma doluyordu.
Ay' ın karışması, Kirke' nin bana ve anneme büyü yapması, annemin ölmesi, savaşın başlaması, savaşta diğer güçlerimi fark etmem, burç perileri tarafından rüyamda kaçırılıp Lilith' e yardım etmem, onun bana rahim bağışlaması, Jungkook' la evlenmem, hamile kalmam, Jonghyun' umun melek olması, ikizlerimi doğurmam ve artık kocaman bir aileye sahip olmam.
Çok şey yaşanmıştı. O kadar yaşanmışlığın üzerine, kendimi gerçekten hayata dair olan bütün isteğimi kaybetmiş gibi hissediyordum. Yaşama tutunma sebebim ailemdi. Onlarsız yapamazdım.
İçim ürperdiğinde vücudum geriye sendeledi ve etrafımın kararması ile bir anda ne olduğunu anlayamadım.
-Taehyung! İhtiyacı var. Dünyanın sana ihtiyacı var. Dünyanın sana Yoongi' ye ve Namjoon' a ihtiyacı var.
"Hey! Dur, Taemin. Ne demek dünyanın bize ihtiyacı var?"
-Kirke doğru durmamış. İnsanlara virüs yaymış ve şu an dünyada ki hiçkimse evde durması gerekirken evinde değil. İnsanların beynine girmiş ve hepsi dışarıda geziyor. İnsanlar dışarıda gezdikçe de virüs yayılmaya devam ediyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Centuries-Old Loneliness 'TAEKOOK'
Fantasy-Tanrılar ve Tanrıçaların gerçek olduğu bir dünya. - Peki ya savaşın olduğu bir dünya. - Bu karmaşa içinde mutluluk ve sevgiye yer var mı? 'Mutluluk ve sevgiye her zaman yer vardır. Önemli olan onlar için zaman ayırmak.' -DÜZENLENİYOR-