•İlk Dördün•

1.1K 83 204
                                    


onbir, üç, yedi
bir adım uzağınızdayım
iki adım yakınınızda
ama en çok
kendime uzaktayım

Not: Yakın zamanda bir bölüm daha atacağım.


Düşüncelerimi bir ipe bağlayıp uçurumdan aşağı doğru sarkıttım. Hangisi daha ağırsa o düşecekti. Hiçbiri ölümü umursamadı. Ben de hangisinin ağır olduğunu umursamadım. İpi uçurumdan aşağı doğru fırlattım. Tüm düşünceler boncuk gibi aşağı düşerken arkamı döndüm. Fakat ipin ucunun bileğime bağlı olduğunu unuttum. Düşüncelerim aşağıya düşerken taşlaştı. Artık kullanışsız oldukları için bir miktar ağırlıktan başka bir şey olmadılar. Fakat bilmem gerekiyordu, kullanmadığım düşüncelerimin bana ayak bağı olacağını... Onlarla birlikte uçurumdan aşağıya düşerken ilk kalbim durdu, sonra kafamdaki sesler.
En sonda gözlerim kapandı, fakat ölmeden önce uçurumun kenarında biri bana baktı.
Biri öldüğümü gördü.
Bir çift yeşil göz öylece ölüşümü izledi.
Ben de ona kurtar demedim zaten,
ama kurtarmasını bekledim.
Öylece,
ölürken,
gözlerim kapanmadan...
-

Nefesim daralmış olacak ki kafamı aniden sıradan kaldırdım. Kafam zonkluyor, ben ise terliyordum. Gördüğüm rüyadan olsa gerek korkudan kalbim atıyordu. Gözlerim neredeyse dışarı fırlayacak gibiydi. Bulanık, biraz esrarlıydı sanki. Rüyada o kadar duygusuz olup şu an tüm her şeyi hissetmem normal miydi? Değildi.
Öyleydi.

Sembol koluma dokunduğunda içgüdüsel olarak hızla ona döndüm. Bu hızlı dönüşüm onu şaşırmış olacak ki kaşlarını çatıp beni daha dikkatli inceledi. "Sen iyi misin?" diye sordu fısıltıyla. "Üç derstir uyuyorsun." diye ekledi.

Üç derstir uyuyordum çünkü üç gündür uyumamıştım. Bu yorgunluk ve kusma isteği nasıl geçecekti bilmiyorum ama sadece kafamı öylece dinlenmek için koymuştum.

"Öğretmenlere hasta olduğunu söyledim." dedi Sembol ben yine konuşmayınca. Yutkundum ve etrafıma baktım.

Okuldaydım. Uçurumun kenarında değildi ve birinin ölüşünü görmemiştim. Yalnızca kendi ölümümü görmüştüm. Kalbim iki kez tekledi ve ben bir süreliğine nefes almayı bıraktım. Bu ölümün yaşanmayacağını çok iyi biliyordum. Yer ve saat yoktu. Gözlerimi yavaşça yumdum ve az da olsa ciğerlerimde tuttuğum nefesi dışarı verdim.

"Kamer?" diye bir ses duydum uzaktan. Sese doğru döndüğümde bu sefer sınıftakiler debana dönmüştü. Orta yaşlardaki sarı saçlı edebiyat öğretmeni bana dikkatle bakıyordu. "İyi misin?" diye bir soru daha ekledi kalemi bırakıp yürürken. "Kötü gözüküyorsun." Benim yanımabirkaç santim kala kitabını kapattı. Kahverengi gözlerini üzerime dikti ve yakın gözlüğünü çıkardı. Elinin üst kısmını yavaşça anlıma yaklaştırdı ve kaşlarımı çatarak anlamaya başladı. "Su gibisin!" diye yakındı ve elini çekti. "Ve aşırı soğuksun, bembeyaz da olmuşsun. Tuvalete gitmek ister misin?" diye üst üste tüm sorularını bana yöneltti. "İstersen sınıf öğretmenine söyleyeyim, aileni arasın?"

Hiçbir şey demeden öylece öğretmenimin suratına bakmaya devam ettim. Neden tepki veremiyordum ki? Aniden ayağa kalktım ve, "Tuvalete gitmem yeterli olur." dedim. Bu hareketime şaşırmış olacağını gösteren bir yüz ifadesiyle kafasını salladı. Yavaşça sınıfın kapısına doğru ilerlerken kimseden çık çıkmamıştı. Elimi kapı kulpuna atıp indirmeye çalıştığımda baita inmedi. Şekerim falan mı düştü acaba diye düşündüm ve biraz daha fazla bastırıp kolu aşağı indirip ittim. Dışarı çıkıp kapıyo yavaşça ardımdan kapadığımda dizlerimin tutmayışı beni korkuttu.

BİN DÜŞMANLI PRENSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin