16🔮

803 77 29
                                    

16.Bölüm - İskambilden bir ev : 18 Temmuz akşamı 

Rose'den

"Hala aklıma takılan birkaç şey var." Jinyoung'a bir tanesini sormuştum ve aldığım cevap üç kişiyi darmaduman etmişti. Aklımda her geçen gün yeni bir soru türüyordu ve ben kimden cevap isteyeceğimi şaşırmıştım. Jimin de Jinyoung'un yanına çöktüğünde odadan çıkmıştım. Zaten daha sonrasında hep beraber ortak salonda toplanmıştık ve kimin hangi krallığa hangi gün gideceğine dair planlama yapmıştık. Şimdilik herkes krallığına dönmek için yola çıkmıştı. İlk önce kendi krallıklarındaki yakutları bulacaklardı ve ikişerli gruplar halinde diğer krallıklara gidecektik. Jihyo'nun gücünün tek sınırı yanına bir kişiyi alabilmesi değildi. Maalesef ki krallıklar arasında yolculuğu bu şekilde yapamıyordu. Yol da duyduğuma göre oldukça uzun sürüyordu. Jimin ise beni kısa mesafede taşısa bile kanatları o yolu kucağında biriyle kaldıramazdı. Bu yüzden ki mecburen at arabalarıyla yolculuk yapacaktık. Herkes en geç yarına kendi krallığının yakutunu bulmalıydı. Böylece yirmi temmuzda buluşacak ve gruplara ayrılacaktık.

Jihyo sırt çantasının içine gerekli gördüğü birkaç eşyayı atarken benimle sohbet ediyordu. "Ne gibi?" Ona yakutu bulduktan sonra yola çıkacağımızı tekrar tekrar anlatmama rağmen maceraya atılmaya o kadar hevesliydi ki çantasını şimdiden hazırlıyordu.

"Örneğin Jimin'i ikinci boyutta kütüphanede gördüğümde benimle yaşıt gibi duruyordu. Yani on sekiz yaşında gibi. Garip bir biçimde burada daha büyük. Jennie, Jisoo ve Lisa'da aynı şeyi söylüyor. Bu nasıl olabilir?"

Çantayı doldurmayı bitiren Jihyo bu sefer de dolabına ilerleyip giyeceği elbiseyi ayarlamaya başlamıştı. "Hiç buradayken zamanın daha hızlı aktığını düşündüğün oldu mu Rose?"

Gerçekten de bunu düşünmemiş değildim. Sadece iki gündür buradaydım fakat haftalar geçmiş gibi geliyordu. "Düşündüğüm anlar olmadı değil de konumuzla alakası ne? Sonuçta zaman göreceli bir kavram değil midir?"

"Bu boyutta zaman sizin boyutunuzdan farklı işler. Taehyung ve Jimin şu an nasıl aynı yaştalarsa orada da aynı yaştalardı. Fakat orada on sekizken şu an burada yirmi üç yaşındalar."

Aklıma yatan cevapla başımı salladım. Jungkook da onlardan iki yaş küçüktü Lisa'dan duyduğuma göre. Lisa'da on altı yaşındaydı çünkü. Üstelik aynı yaşta olduğu sevgilisinin nasıl ondan daha büyük göründüğünü whatsapp gurubumuzda tartışıp duruyordu. O zaman bile ondan büyük gözüken Jungkook şimdi gerçekten beş yaş daha büyüktü. Jisoo on dokuzken, Jennie on sekiz, bense on yedi yaşındaydım. Fakat hepimiz de yaşımızdan büyük gösteriyorduk.

"Ah, aman Tanrım... Bir elimi kesmediğim eksikti." Jihyo'nun sızlanmasıyla ona döndüğümde makasla elini kestiğini gördüm. Çok büyük bir kesik değildi fakat çok kanıyordu.

Ona adımlarken bu hale gelmeyi nasıl başardığını sorduğumda elbisesinin uzayan ipini kesmeye çalışırken elini kestiğini söylemişti. "Elini ver de bir bakayım Jihyo."

Avucuma uzattığı elini dikkatle incelerken kesiğin ufak ama derin olduğunu fark etmiştim. Odasında daha önceden gördüğüm mendili getirip kesiğin etrafındaki kanı temizlediğimde az önce orada olan kesik artık yoktu. Başımı kaldırıp şaşkınca Jihyo'ya baktığımda heyecanla büyükçe bir kahkaha attı. 

"Gücün demek ki buydu Rose." 

Boyut gezginlerinin güçleri olacağını Jihyo daha öncesinde söylemişti ama buna rağmen olup biteni anlayamamıştım.

Jihyo kahkahalarının arasından bir cümle kurmayı başarabilmişti. "Sen bir şifacısın Rose..."

***

Zaman hızla akıp gidiyordu. Öyle ki ne ara akşam olduğunu çözememiştim. Sarayı kendi çapımda arıyordum lakin hala bir şey bulamamıştım. Sarayın bu kadar büyük olması ise işime engel oluyordu üstelik. Jihyo sarayın batı kanadını aramaya çıkmışken bana doğu kanadını aramamı söylemişti. Her yere bakmama rağmen yakuta benzer tek bir taş bile yoktu.

Taşı bulacağıma olan inancımı yitirmişken derin bir nefes verip koridordan sola döndüm. Başım eğik bir şekilde yürüyordum ki sert bir bedene çarpıp duraksadım.

Kafamı kaldırınca çarptığım bedenin Jimin olduğunu gördüm. Burada ne işim olduğunu sorgular gibi bakıyordu gözlerime. Ben ise yakınlığımızdan başka bir şey düşünemiyordum o an. Bedenlerimiz hala birbirine temas ediyordu. O kafasını eğmiş bana bakarken aramızda santimler vardı. Gözlerim usulca dudaklarına düşünce kendimden utanıp gözlerine bakmıştım ki onun da gözlerinin dudaklarımda olduğunu fark ettim.

Gözlerimiz tekrar birleşince ikimiz de anın büyüsüne kapılmıştık. Birbirimize daha ne kadar yaklaşabilirdik bilmiyordum fakat bir şeylerin eksikliğini hissediyordum. 

Silkelenip kendime geldiğimde birkaç adım geri çekilmiştim bile. Jimin ortamda oluşan gerginliği yok etmek ister gibi gülümsedi.

"Burada ne arıyorsun?"

"Jihyo ile birlikte yakutu bulmak için sarayı arıyorduk."

Ben yakut der demez Jimin'in suratı düşmüştü. Bir şeyler anlatmak ister gibi bir hali vardı. "Çalışma odama geçelim, sana anlatmam gereken birkaç şey var."

Merakla peşinden ilerleyip odasına girerken duyacaklarımı önceden bilmek gibi bir şansım olsaydı arkama bakmadan kaçabilirdim.

***

Akşam yemeği için odama gelip beni çağıran hizmetliyi kibarca reddetmiştim. Şu an ne bir şey yiyebilecek ne de ayağa kalkabilecek halim yoktu. 

Tek ihtiyacım kızlara sımsıkı sarılmaktı fakat onlar çoktan yola çıkmışlardı. Öğrendiğime göre yarın sabaha ancak varırlardı saraylarına. 

Kalbimin en orta yerine saplanan bıçak öyle bir acı veriyordu ki ne sökebiliyordum onu, ne de onunla yaşayabiliyordum. Üstüme çöken ağırlıkla yatağın içine girdim.

Kulaklarımda Jimin'in sesi yankılanıyor, zihnimde sözleri baştan sona tekrar ediyordu. Sevilmişti Jimin ve en az sevildiği kadar sevmişti o kişiyi. Öyle ki o kız canını vermişti aşkı uğruna.

Yapamazdım ki ben. Böylesi bir aşkın üstünü karalayıp yokmuş gibi, hiç var olmamış gibi yeniden başlayalım diyemezdim. Taşı sarayda aramamam gerektiğini söylemişti bir de bana. Anlattığına göre taş antika bir kolyedeymiş ve onu ablası gibi ortadan kaybolan sevgilisinin boynuna takmış. 

Hissettiklerimin yanı sıra sorumluluklarım biniyordu omuzlarıma. Ağır geliyordu bunca yük narin bedenime. Ve ben ona unut kendi acını, paylaş benim acılarımı omuzlarında diyemezdim. Çünkü ben o kadar cesur olmayı hiçbir zaman becerememiştim.

Onca şey arasında, sevdiğin kız kaybolduysa yakutla beraber, nasıl taşı bulacağız diyememiştim. Öylece boşluğa dalıp söylediklerini dinlemiş ve tek bir kelime etmeden odama gelmiştim. 

Kapım tıklanıp yavaşça açıldığında yatakta doğruldum. Gözlerimden hala yaşlar dökülüyordu ve kendimi durduramıyordum. Açılan kapıdan Jimin girdiğinde ise kendimi bırakmıştım. Artık hıçkırarak ağlıyordum önünde. O her daim yıkılmaz duvarıyla dikilirken karşımda, ben yine savunmasızdım.

Usulca yaklaşıp yatakta karşıma oturduğunda dayanamayacak hale gelmiştim artık. Bütün her şey o kadar fazla geliyordu ki bünyeme. Bu kadar sabredebildiğime şükretmiştim. Bir süre unuttuğumu sandığım Chungha tekrar gözlerimin önüne geldiğinde ve Jimin ile Jinyoung'un anlattıkları kulaklarımda tekrar yankılandığında kollarımı Jimin'in boynuna doladım. Bunu beklememiş olacak ki bir süre karşılık verememişti. Daha sonra ise kollarını dolamıştı belime.

İskambilden bir ev, ve içinde biz. Sonunu görebilsek de, yıkılacağını bilsek de. İskambilden bir evde, aptallar gibiyiz Jimin. Boş bir hayal olsa da, biraz daha böyle kal...

***

Rose sonunda Dahyun'u öğrendi. Bir sonraki bölüm diğer kızlarımızdan olacak. Artık maceralı bölümlere yandan yandan giriş yapıyoruz. Medyadaki şarkının kitap için önemli bir yeri olduğunu da söylemeden edemeyeceğim :) Hepinize büyülü günler diliyorum🔮

Magic Shop ❦ bts & bpHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin