~ sanki, ruhum bedenimden bağımsızmış gibi...
Her şey o gece başlamıştı... o sonbahar gecesinde. Renkli yapraklar usulca ağaçların dallarından düşerken, bana andırdıkları şey renkli kar tanecikleri dışında bir şey değildi... Her şey o gece başlamıştı, evet... Daha dün gibi aklımda olan o gece... ölümün nefesini ilk defa içime çektiğim gece... Ondan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmamıştı. Sahi, eskiden her şey nasıldı? Ama konumuz bu değil...
Kastım olan o gece, fazlasıyla yorgun hissediyordum kendimi. Beyaz hemşire önlüğümü üstümden çıkarıp, en yakın arkadaşım Sena'nın oturduğu beyaz desensiz koltuğa fırlatmıştım. Ardından ben de oturmuştum pekte rahat olmayan koltuğa. İkimiz de düşüncelere dalmıştık. Çalışma mesaim bitmişti ama oturduğum yerden kalkacak gücüm dahi yoktu. İkimizin de aklında yalnızca o vardı...
''Gece, bugün aklıma bir şey fena halde takıldı..." demişti Sena. Sesinde meraklı ama oldukça da titrek bir tını vardı.
''Ne takıldı..." diye mırıldanmıştım boş bakışlarla karşımdaki beyaz masayı incelerken. Bu hastanede her şey beyazdı... duvarlar, Koltuklar, önlükler ve bunlar gibi bir çok nesne daha... Sanki bu masum beyazlığın ardında bir şeyler gizleniyordu. Bu sonsuz, göz yoran beyazlığın ardındaki ölüleri, yaralıları, hastalıkları ve bin bir türlü hüznü göremezdi insanlar. Beyaz bir perde engelliyordu bunu... görülmeyen yoktur çünkü... görülmeyen şeyler, var olmayan şeylerdir insanlara göre ne de olsa.
''Bugün bileklerini kesen çocuk vardı ya, hani şu kurtaramadığımız...''
Bunu dediği an, içim sebebini çözümleyemediğim bir sebepten dolayı tuhaf olmuştu. Beni de oldukça etkilemişti bugün acil servise getirilen genç adam. Bileklerini çok derinden kesmişti, hiçbir şey onu kurtaramazdı zaten... çok fazla kan kaybetmişti. Ölmeyi gerçekten istiyor olmalıydı... Ve o ölümü arzulayan genç adamın yüzünde asılı kalmış olan ürkütücü tebessüm gözlerimin önüne gelip duruyordu hiç durmaksızın.
''Evet?''
''Aklım hâlâ o çocukta... bir insan neden kendine bunu yapar?''
''Acı çekmiştir," demiştim, duygularımı olabildiğince az belli edecek bir ifadeyi takınarak.
''Nasıl bir acı olursa olsun, o jilet damarları ortadan ikiye ayırdığında canı daha fazla acımıştır.''
Konuyu değiştirmek istiyordum... içimdeki tuhaf hissiyat yok olsun istiyordum. Bu hissi bilir misiniz bilmem ama, sanki tamamiyle boş bir odadasınız, kimsecikler yok, her yer karanlık ve tek duyabildiğiniz şey nefesiniz... tek duyabildiğiniz şey aklınızdan geçenler. sık sık bunu hissediyordum... sanki, hayatımda bir boşluk var ve bunu doldurmam gerekiyormuş gibi. Sanki, ruhum bedenimden bağımsızmış gibi...''Neyse, ben bu gece erken gelmem eve. Biraz çatıya çıkıp yazdığım hikaye hakkında düşünmem gerekiyor. Bilirsin, uzun süredir yazmadım."
''O zaman ben önden gidiyorum," demişti Sena, ve ardından ayaklanıp, çantasını da alıp çıkmıştı odadan.
Bu arada, evet. Hikaye yazıyorum... Kendimce romanlarım var birkaç tane. Kendime pek zaman ayırabildiğim söylenmez ama hikaye yazmak söz konusu ise beş dakikamı bile bu işe ayırırım. Çatıya çıktığım an derin bir nefes almıştım. Çok güzel esiyordu burası. Beni düşüncelerimin hepsinden tek bir saniyede koparan şey, arkası dönük genç bir adam olmuştu.
Öylece çatıda oturmuş dışarıyı izliyordu. Karanlık havayı, yıldızları... Biraz ürktüğümü söylesem yalan olmazdı. Bu saatte çatıda ne işi olurdu ki bir insanın? o insan ben değilsem, ve bu kesinlikle ben değildim. Birkaç adım ileri atıp, sonrasında duraksamıştım. Ve yine o garip boşluk hissi... bedenimi saran o iğrenç, ama artık hayatımın bir parçası olan boşluk hissi beni ele geçirmişti. Cesaretimi ve bir ritme bağlı olmayan nefesimi toparlayıp sormuştum; "Pardon, burada ne işiniz var?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜMÜN NEFESİ
Fantasy~ Suçlu ve suçsuz, masum ve mahkûm, ölüm ve yaşam... bu hikaye böyle başlamıştı... Peki ya nasıl bitecekti? Gece Alpınar adında genç bir kız, ölüleri görüp, onlarla konuşabildiğini fark eder. Çalıştığı acil servise bir intihar vakası geldiğinde...