~Karanlığın nasıl elde edilebileceğini anlamak için, henüz çok küçüktü.
Aynı gece...
Küçük çocuk anlamıyordu... insanları hiç anlayamıyordu! Neden onu seçmiştiler? Neden onu sevmeyecekseler, yine de onu seçmiştiler? İnsanları anlamak çok zordu. Ve Küçük bunu çok erken bir yaşta öğrenmişti.
Bu defa minik ve yavaş adımlar eşliğinde odasına geri dönmüştü. Yere oturup, en sevdiği romanı eline almıştı. Romanın simsiyahlıkla kaplı olan kapağına bakakalmıştı... ne güzel bir kapak, diye düşünmüştü. Sadece hiçlik var... hiçliğin nasıl hissettirdiğini en çok o zaman merak etmişti... ve ilk defa ölümün soğuk pençelerini hissedebilmişti ruhunun en derinliklerinde. Bir istek büyümüştü içinde, sarmıştı onu sahiden de tinsel anlamda... küçük çocuk hiçliği istemişti ilk defa. Tarifi olmayan bir istekti bu. Bir kitabın zifiri karanlığına bakıp, ondan esinlenerek, içinde dolup taşmıştı bu istek. ilk defa hiçliği çok ama çok istemişti!
Fakat çok küçüktü. Karanlığın nasıl elde edilebileceğini anlamak için, henüz çok küçüktü.2008/İstanbul
Çocuk büyümüştü... büyüdükçe karanlığı istemek aklının ucuna dahi gelmiyordu. Karanlığın onu sardığını, yuttuğunu, ve kendisinin zaten artık karanlığa ait olduğunu biliyordu çünkü.
Yıllar yılları kovalıyor, çocuk nasıl olduğunu bilmeden kendini zamanın akışına bırakıyordu. Yaşıyordu... sonsuza dek ışıktan yoksun olarak... ışığa ait olmanın, önünü görmenin nasıl bir his olduğunu hiç ama hiç anlamadan, sadece yaşıyordu.
Artık 12 yaşındaydı ve hala her şey aynıydı. O gece öğrendiği o mühim sırrı ise yıllarca saklamış, hiç kimseye anlatmamıştı. Zaten kime anlatacaktı ki? Arkadaşı yoktu... onu seven herhangi biri, onunla konuşan hiç kimse yoktu. Çocuğun hiç kimsesi yoktu...
yalnızlık, onu bu minnacık yaşında alıkoymuştu.Bir gece, yine yalnız başına kitap okurken, bazı şeyleri sorgulamaya başlamıştı çocuk. Aniden gelmiş olan bir sorgulama haliydi bu... nedensizce ama bir o kadar anlamlı görünmüştü bu sorgulama durumu çocuğun gözüne.
Neden? Demişti... Neden hala buradayım?
Neden hala o eve, o odaya, o yaşama, o lanet olasıca dört duvara... onu tekrar tekrar yutup, fark ettirmeden ve usulca sindiren o dört duvara hapis olduğunu bilmiyordu! Her gün ona edilen hakaretleri dinlemekten, içinde kin ve öfke biriktirmekten çok bitkin düşmüştü çocuk. Tek isteği, gökyüzüne bakıp sonsuz yıldızları saymaktı... tek isteği, özgürlüktü...Bu düşünce kısa süre içinde çocuğun tüm uzuvlarına hükmetmiş, ve onu hareket haline getirmişti. Kararlıydı! Gidecekti... O evden kaçıp, sonsuzluğa ulaşacak ve yaşayacaktı.
Lakin işler, her zaman olduğu ve her zaman da olacağı gibi, planlandığı şekilde yürümüyordu.
Bir gece vakti çocuk kaçmayı başarmıştı. Yanına bir sırt çantası almıştı yalnızca. İçerisine defterini, kalemini, bir kaç kıyafetini ve bir iki günü atlatabilecek kadar yiyecek ve içecek koymuştu. Aradığı özgürlüğü ise ne yazık ki bulamamıştı... o küçücük yaşında ne yapacağını şaşırmıştı, nereye gideceğini, bundan sonra ne yapacağını bilmiyordu. Bazen insan düşünmezdi... küçük çocuk o gece hiç düşünmemişti. Ancak yıllar yılları kovalasa da, hiç pişmanlıkta duymamıştı. Tek bir gün bile.
Çünkü kötü yaşamayı, hiç yaşamamaktan tercih ederdi.Zaman geçmişti... zaman hep geçerdi zaten. Hiç durmadan... saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri, saatler ise günleri kovalar dururdu. İnsanlar zaman tarafından kovalanır, farkında olmadan her şeye acele ederdiler. Zaman dostumuz olmalıyken, düşmanımız haline gelivermişti.
Ve biz, zamana sahip olmalıyken, zaman bize sahip olmuştu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜMÜN NEFESİ
Fantasy~ Suçlu ve suçsuz, masum ve mahkûm, ölüm ve yaşam... bu hikaye böyle başlamıştı... Peki ya nasıl bitecekti? Gece Alpınar adında genç bir kız, ölüleri görüp, onlarla konuşabildiğini fark eder. Çalıştığı acil servise bir intihar vakası geldiğinde...