Bölüm 16

101 25 28
                                    

~ O gün, yaşlı adamın dünyası ölmüştü. Bir daha geri dönmemek üzere, bir daha asla dönmemek üzere...

"Her şey benim suçum... Ben öldürdüm. Hepsini ben öldürdüm."

Aniden birinin kolumdan çekiştirmeye çalıştığını fark ettiğimde, odak noktam değişmişti.
Gamze kolumu tutup beni cesetin götürüldüğü odaya çekiştirmeye çalışıyordu. Kolumu çekmiştim. Bu kız ne istiyordu benden? sinirlerimi bozmaya çalışıyorsa bunu kesinlikle başarmıştı.
"Kolumdan çekiştirmene lüzum yok Gamze. Kendi başıma yürüyebiliyorum." demiştim iğneleyici bir tavırla.

Kimsenin beni tıpkı bir kukla gibi ortalıkta çekiştirmesine katlanamazdım. Ayrıca o an başka şeyler düşünmekteydim. O Adamı... olaylardan dolayı pişmanlık hisseden ölü servis şoförünü düşünebiliyordum sadece.
Çıkış kapısının önünde, dizlerinin üstüne çökmüş bir şekilde ağlıyordu hala. O adam orada acı içinde kıvranırken nasıl olur da otopsisini izlemeye gidebilirdim?

"Kendi başına yürüyebiliyorsan yürü Gece." gözlerimi devirip öfkeli bir bakışla Gamzeye bakmıştım.

"Otopsiyi izlemek istemiyorum. Vazgeçtim. Başka işlerim var." sesimi yükseltmemek için kendimi zor tutuyordum. Sebebini bilmiyorum ama o an Gamze'ye çok sinirlenmiştim. O an herkese sinirliydim biraz biraz...
Gamze ise tek bir kelime daha konuşmadan yanımdan uzaklaşmıştı. Yakınımda kimse yoktu artık... yalnızca hala yerde, dizlerinin üstünde olan ve delicesine ağlayan o adam vardı.

"Niye beni kimse duymuyor? Her şey bu kadar gerçekken niye kimse sesimi duymuyor? kimse beni görmüyor mu? pişmanlığımı kimse hissetmiyor mu?" diye yakarmıştı yaşlı adam.
Yüksek sesli konuşuyordu, belki biri onu duyar umuduyla. Beni ise henüz fark etmemişti.
Yanına yaklaşmıştım küçük ve çekingen adımlarla. Bunu daha önce bin defa yaptın Gece... bin defa ölülerle konuştun, şimdi de yaparsın... yaparsın.

Ama sanki bir şey beni geri itiyor gibiydi. Daha önce bir çok kez ölülerle iletişim kurmama rağmen, bunu hiçbir zaman bilerek yapmamıştım. Lakin şimdi, bu durumdayken, bilerek konuşacaktım ölü biriyle. Korkuyordum, korkmaktan ziyade çekiniyordum.
Ama biliyordum ki, o adamın buna ihtiyacı vardı... o adamın birileriyle konuşmaya çok ihtiyacı vardı.

"Merhaba, Ben sizi görüyorum. Kim olduğunuzu az çok biliyorum. Peki ya siz... iyi misiniz?"
Sorduğum sorunun cevabını çok net bir şekilde bilmeme rağmen o soruyu sormuştum.

Ağlamayı bırakmıştı adam... artık dolu dolu gözlerle yüzüme bakıyordu sadece.
"Sen beni görüyorsun... ama ben-"
"Ölüsünüz."
Yaşlı adam yolda bir melek görmüş kadar şaşkın ve sevinçliydi.
"Ben... ne söylesem bilmiyorum. Bir yandan çok sevindim ama bir yandan anlam veremiyorum."
Ufak bir tebessüm etmiştim. Bu adam çok sevimli biriydi... nasıl kendini suçlayabilirdi ki?

"Biliyorum olay çok garip ama şimdi önemli olan benim sizi görüp görememem değil, burada neler olduğu önemli. Beyefendi bu kaza nasıl oldu? ve niçin kendinizi suçluyorsunuz?"

Yaşlı adamın minik sevinci soluvermişti. Hala kan dolu olan gömleğine kaymıştı gözüm. Ölü biri olduğuna emin olmasam, ödüm kopardı.
Adeta savaştan çıkmış gibi görünüyordu yaşlı adam... kanlar içinde, acı bir yüz ifadesiyle, gözyaşlarıyla... tamamiyle büyük bir savaşı andırıyordu bunlar. Fakat bu adamın savaşı ülkelerle, askerlerle değildi. Bu adam kendi içinde savaşıyordu, ve tek öldürdüğü kişi yine mi yine kendisiydi. Çok üzücü...

ÖLÜMÜN NEFESİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin