7⏳ "Meyve tabağı"

18.8K 1.8K 137
                                    

🧡

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


🧡

Varlığımdan habersiz olan ailem yokluğundan da habersizi elbette. Ben lanetlenerek Antik Mısır'a gönderilsem bile ne annem ne de babam bunu fark etmeyeceklerdi. İkisi de kendi işleriyle o kadar meşgullerdi ki benimle ilgilenen yoktu. Gerçi ben sadece ailesi tarafından değil iş yerinde de o kadar çok önemsenen biri değildim. Bu yüzden nerede biraz ilgi görsem bunu sevgi kabul ediyor ve o kişiye sonsuz bir bağlılıkla bağlanıyordum.

Ve bununla birlikte tüm imkansız olayları bir kenara bırakın ve benim yaşadığım şeyi düşünün. Zamanınızda olan lanetli bir mumya yetmezmiş gibi, lanetlenip onun devrine gidiyorsunuz ve bu da azmış gibi gaddar bir firavunla görüşmek üzeresiniz. Aklım başımda değildi. Zaten eğer olsaydı böyle bir şey yapmaya cesaret edemezdim. Ne yaptığımın farkında değildim. Tek bildiğim bir kukla gibi Akhe her ne derse onu yapıyor oluşumdu.

Bazen düşünüyorum da belki de aslında bu zamana aittim de geleceğe gittim yanlışlıkla. Ve işte o zaman asıl korktuğum şey geliyor aklıma. Ya bu zamanda da önemsenmeyen ve ikinci plana atılan biriysem? Ya benim yaradılışımda varsa bu? Şu zamana kadar kimse bana seni seviyorum dememişti. Bunu bir insan evladının ağzından duymadığım için o kadar yabancıydım ki sevginin ne olduğunu dahi bilmiyordum.

Kızgın güneşin mermere yansıyan sıcaklığı yüzüme vururken fazladan terlemeye başlamıştım. Saray şehre göre biraz daha yüksekteydi bu yüzden esiyordu da ancak sıcak asla yok olmuyordu.

Durup nefes almak için beklediğimde Akhe, yüzündeki peçeyi daha çok kaldırıp "Hadi," diye fısıldadı. O da en az benim kadar heyecanlı olmalıydı. Yine de kendi zamanıydı ve ben daha önce hiçbir firavunla karşılaşmamıştım. Ben kendi zamanımın yöneticisi ile bile karşılaşmadım ki firavun bir kenarda dursun.

"İki dakika durur musun lütfen, zihnimi toparlamaya çalışıyorum!"

"Seni anlıyorum ancak, vakit kaybetmemeliyiz. Yapacak çok işimiz var!"

"Yapacağımız hiçbir iş benim bir firavunla görüşmemden daha mühim olmasa gerek. Seni bilmiyorum ama ben küçük dilimi yutmak üzereyim."

"Bu kadar abartılacak bir şey yok. Başka zamandan geldiğini belli etme yeterli. Antik mısırda herkesin iletişim becerisi sizin zamanki gibi değil."

"Öyle bile olda o bir firavun Akhe. Biraz müsaade et."

"Müsaade edemeyecek kadar vakit kaybettik hadi artık."

Fısıltı da olsa sert bir üslupla söylediğinde onu dinledim ve kapıya yaklaştım. Ardımdan gelen Akhe ile kapı korumalar tarafından yavaşça açıldı. Koca kapı iki koruma tarafından nasıl açıldı hiçbir fikrim yok. Kapının boyutuna bakmak için başımı kaldırdığımda sonuna kadar gittim ve neredeyse arka tarafa düşüyordum. O devirde metal var mıydı bilmiyorum ama kapının kendisi kalın ve ağırdı. Zaten piramitlerin nasıl yapıldığını her zaman şaşıp kalmışımdır. Antik mısırlıların tuhaf becerileri var gerçekten de.

Düşmemem için beni tutan Akhe peçesinin ardından "Biraz daha dikkat et," diye mırıldandı. Belki biraz dikkatsiz davranıyordum ancak Akhe de hep uyarıp duruyordu. Dengemi sağlamak adına duruşumu düzelttim ve yeşil çarşafımın bir bölümünü elime alarak içeri bir adım attım.

Firavunla karşılaşacağım!

Firavun!

Derin nefesler alırken yürümeye devam ediyordum. İçeri girer girmez müthiş bir serinlik tüm bedenimi sardı. İçerisi dışarıya hiç benzemiyordu. Sanki yüzlerce klimayla soğutuluyor gibiydi. Belki de gerçekten klima vardı? Sağlı sollu korumalara bakmaktan çok uzakta görünen Firavun'a dikkat kesilemiyordum. Dahası gelir gelmez ne diyeceğimi de bilmiyordum. Sarayın devasa tavanına bakmak mümkün değildi. Yere uzanıp ancak izleyebilirdim. Duvarlarda işlenmiş yaldızlı resimler, sütunlara yapılmış oymalar, zeminin aynamsı mermeri ve her tür kuş tüyünü barındıran yelpazelerle gözlerim her bir ayrıntıya takılıp duruyordu. Çarşı pazarda görmediğim kıyafette insanlar, ten renkleri neredeyse benimki gibi açık ve bakışları bile hakir görücü derecede yukarıdaydı. Onlardan biri olmayı geçtim konuşmama bile müsaade etmeyecek gibiydiler. Sarayın içi meyvemsi bir şeyler kokuyordu. Bunu tabaklarda hazır bekleyen meyvelerden kaynaklandığını düşünüyordum zira neredeyse her bir görevlinin, muhafızlar hariç oturacağı bir yer ve yanlarında envai çeşit meyveden tabakları vardı. Elmadan muza, incirden tabağın kenarına sarkan üzüme, adını bilmediğim ve daha önce hiç görmediğim meyvelerle birlikte kokunun yayılması imkansız değildi.

Saray yüksek olması ile birlikte uzundu da. En dipte firavunu görüyordum ancak yüzünü net seçemiyordum. Şaşalı bir taht, sağlı sollu danışman ve hizmetçileri vardı. Yerlerde diz üstü bekleyen köleler, serinletmek için tüylü şeyleri sallayan cariyelere ve daha birçok kişi...

"Hey!"

Akhe'ye seslendim ama duymadı. Başka bir şeye odaklanmış olmalıydı.

"Hey Mumya!"

Bu sefer duymuştu sanırım. Bana daha çok yaklaşıp fısıltı ile sordu.
"Ne var, ne oldu?"

"Firavun'a ne diyeceğim ben? Söyleyeceğim dedin ama söylemedin. Hadi bir şekilde senin gitmen gerekirse nasıl anlaşacağız?"

İkimiz de peçelerimizin altından fısıltı ile anlaşmaya çalışıyorduk ve bu olabildiğine zor oluyordu. Gözler üzerimizde, kim olduğumuz biliniyor gibi ama kimse bir şey belli etmiyor da gibi. Önlerinden geçip giderken bile bakışları bizi takip ediyordu. Böyle durumlarda o kadar gerilirim ki fırsatım olsa kaçıp giderdim ama hep ileri doğru yürümek zorundaydım.

"Sen o işi bana bırak. Sadece ne dersem onu de yeter. Merak etme bir yere gitmem, yanındayım."

"Çok korkuyorum. Sanki herkes beni tanıyor ve bir açığımı arıyor gibi."

"Kimsenin hiçbir şey bildiği yok merak etme. Onlar her zaman böyle şüpheli bakar."

"Kimseyle göz teması kuramıyorum. Kursam sanki beni suçlu ilan edecekler gibi."

"Bak bunu yapabilirler işte."

"Sağol çok yardımcı oldun."

"Sadece gevşe ve bana güven. Her şeyi ayarlayacağım. Tek yapmam gereken benim söylediğim şeyleri tekrar etmek o kadar

"Umarım mantıklı bir şeyler söylersin marul kafalı mumya!" diye geçirdim. içimden. İçimi rahatlatmak istiyor ama bunun tam tersi davranıyordu. Gerçekten de böylesi kasıntı bir yerde bu insanlar nasıl yaşıyor anlamış değilim. İşte bu yüzden saray yaşamı robotlara göre bence. Samimiyetsiz rol icabı yaşanan koskoca bir hayat. Bunca şeye rağmen Akhe neden buraya geri döndü onu da anlamış değilim. Belki o da saray yaşamına uygun biridir. Herkes benim gibi samimiyet meraklısı değil ya.

Öyle ya da böyle umarım Akhe bir şekilde bu işi tamamlar. Şu yaşımda akrep zehri içmek istemiyorum. Ya da zorla kediler önünde eğilmek. Bok böcekleri ile dolu bir yere girmek de cabası. Üstelik hiç tanınmadığım bir zamanda işkence ile ölmek beni yaralar. Bari kendi zamanımda ölsem. Ah şu Antik Mısır'da ne kadar da çok çekinilesi şey var!

Akhe'ye anlık güven ile yüzümü Firavun'a çevirdim ve yürümeye devam etti. Birbirleri ile kardeş olmaları hasebiyle ikisine de güvenim yok aslında. Misal benim kardeşim yok ama olsaydı şayet yüzüne peçe de taksa onu gözlerinden ve yürüyüşünden tanırdım. Onlarınki nasıl bir abi kardeş ilişkisi ki hem ölümüne neden oluyor hem de onu tanımıyor. Gerçi saray ortamında büyüdükleri için normal olsa gerek. Saray yürüdükçe bilmezken ben ve Akhe nihayet firavunun önüne gelmeyi başarmıştık.

MUMYA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin