32⌛️

10.2K 1.3K 197
                                    

Akhe gideli yarım saatten fazla olmuştu sanırım. Saat olmadığı için zaman kavramı konusunda emin olamasam da tahminen öyleydi.

Ben de aklımda kaldığı kadarıyla Akhe'yi çizmek için tuvalin karşısına oturmuştum. Marul gibi kıvır kıvır olan saçlarını çizdim önce. Sonra alnını, yamaklarını, dudaklarını, çenesini...

Herbir ayrıntıyı çizerken hem tebessüm ediyor hem de hüzünleniyordum. Hikayesini bilmiyordum hiç. Kendi anlatmasa bu kadar derinini bilemeyecektim. Zor bir çocukluk atlatmıştı. Üstelik genç yaşta ölüme zorlanmıştı. Onun gibi birinin hala hayata tutunuyor olması bile bir mucizeydi aslında.

Resim bitip boyamanın eksiklerini tamamlarken kapı çaldı. Elimdeki fırça ile gelen kişinin içeri girmesini beklerken yüzü peçe ile kapalı biri olduğunu anladım. Akhe de kendini belli ettiğine göre tebdil-i kıyafet gezen ancak tek bir kişi olabilirdi.

Elimdeki fırça ile ayağa kalktığımda gelen kişiye saygı için odanın ortasına doğru yürüdüm ve Firavun'un yüzündeki peçeyi indirmesini bekledim.

"Rahatsız ettiysem üzgünüm ancak seninle konuşmam gerekiyordu."

Ellerimi önümde saygıyla bağlayıp onun karşıma kadar gelmesini bekledim.

"Akhe iyi mi?"

Bunu kardeşini mumyalayan biri mi soruyordu? Beklentili gözlerle ona bakarken bir kere daha tekrar etti.

"Akhe iyi mi Heves?"

"Bunu neden siz sormuyorsunuz?"

"Olmaz," dedi elindeki örtüyü buruşturarak.
"Benden nefret ediyor ve böyle devam etmesi gerek."

Hiç aklıma gelmeyen şeyler duyduğumda pencereye doğru giden Firavun'a doğru çevirdim yüzümü.

"Neden bahsediyorsunuz? Akhe'nin sizden nefret etmesinin nedeni onu mumyalatmanız. Sanki bir lütufmuş gibi söylüyorsunuz bunu."

Hızla bana dönerken bağırdı.

"Ben mumyalatmadım onu!"

Elimdeki fırçayı yere atarak sinirle ona doğru birkaç adım attım.

"Size saygım var efendim, hayatımı kurtardınız ama bu kadar. Çocukluğu acı ile geçen kardeşini mumyalattıktan sonra bir de onu düşünüyormuş gibi yapan bir abiye daha fazla saygı duyamam."

Güldü. Gülüşünde gizli bir acınası hal vardı.

"Çocukluğu acı ile mi geçti? Kardeş olduğumuzu unutuyor gibisin. Onunki acı ile geçtiyse benimki farklı mıdır sanıyorsun?"

Bir anlığına aklımdan çıkmıştı ve onun hatırlatması ile irkildim. Doğru ya ortak bir çocukluk geçirmiş olmalılardı.

"Akhe benden nefret ediyor, çünkü tahta geçmem için onu mumyalattığımı sanıyor. Şehir dışında olduğum o gün benim fermanımmış gibi emri veren Klison'du. Kimse onun adını anmıyor ancak. Her şeyden habersiz geldiğim gün kardeşimin çoktan öldüğünü duydum. Benden nefret ederek, çığlıklar içinde mumyalandığını anlattılar."

Korku ile titrediğimde bir kere daha Akhe adına üzüldüm. Onu ne kadar korursam koruyayım asla çektiği acıları tamamen yok edemiyordum.

"Benim ağlamadığımı mı, ardından kahrolmadığımı mı sanıyorsun? Ama yapamam anlıyor musun? Klison'un yanında gibi görünmem gerek. Yoksa hepimizi birden yok eder. Akhe'yi bir kere daha ölüme gönderemem. Hayır bunu yapamam."

⌛️

Akhe'den daha uzun süredir Firavun'la baş başa oturuyorduk. Bir süredir konuştuğumuz söylenemezdi. Derin bir sessizliğe bürünmüştük ikimiz de.

O, Akhe'nin oturduğu sandalyede bense yatağımda öylece duruyorduk. Bakışlarımız yerde, düşüncelerimiz ise ne olacağındaydı. Gerçekten bundan sonra tam olarak ne olacaktı?

Neden sonra sessizlik bozuldu.

"Kutsal kadeh tam olarak ne oluyor?"

Sorum ile bakışlarını bana çevirdi.

"Aslında batıl inanç ama kadehin üstünde durmayı başaran gül yaprağının sahibi tahta geçiyor. Yani hem Akhe hem ben o kadehe birer yaprak gül koyacağız. Üste kalan Firavun olacak."

"Sizin yaprağınız orada görünmemiş miydi?"

Akhe böyle demişti. Muhtemelen bu da Klison'un işiydi.
Tahmin ettiğim gibi Firavun başını iki yana salladı.

"Tahta çıkmam da, Akhe'nin mumyalanması da benimle alakalı bir şey değil. Belki sana anlatmıştır, Firavun olsak bile kukladan bir farkımız yok. Tapınak görevlilerinden iki soyun adamlarına kadar herkes bizden daha çok söz sahibi. Akhe benim gibi değildi ama. Klison ona söz geçiremeyeceğini biliyordu. Bu yüzden onu yok etmek istedi. Bense, daha fazla kan dökülmesin diye emirleri dinleyen bir zavallıyım o kadar."

Firavun'a da üzülüyordum. Saray asla mutluluk getirmiyordu. Para, ün ve şöhret verse de huzur ve mutluluğu geri alıyordu. Her şeye rağmen biraz daha iyi anlıyordum ki bu çağa gelmemin önemli bir nedeni vardı. Hiçbir şey boşuna değildi.

"Biliyor musunuz," dedim çok az gülümseyerek.
"Bizim oralarda çokça söylenen bir söz vardır."

Merakla bana baktı.

"Zifiri karanlık olmadan güneş doğmaz."

Beğeni işe kaşlarını kaldırdı ve o da benim gibi hafifçe gülümsedi.

"O halde şimdi zifiri karanlığı mı yaşıyoruz?"

Demek istediğimi anladığı için daha çok gülümseyerek başımı salladım. Aynen öyle Firavun Bey. Zifiri karanlıkları yaşıyoruz ama elbet güneş doğacak. Her şey karanlık olsa da, asla güzel günler gelmeyecekmiş gibi olsa da, hayat ölesiye zor olsa da ve bazen öldürse de...

MUMYA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin