birinci bölüm: takıntılı

384 34 84
                                    

Güzel yorumlarınız ve eleştirileriniz benim için çok önemli

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Güzel yorumlarınız ve eleştirileriniz benim için çok önemli. Yorum yaparsanız çok mutlu olurum ❤

-

"İnsan dünyayı ancak boş verdiği zaman mutlu olur." demiş Anotele. Bu söze tamamen katılıyordum. İnsan hiçbir şeyi takmazsa, umursamazsa mutlu olurdu. Ya da ben sadece öyle olduğunu düşünüyordum. Takıntılı bir lise son sınıf öğrencisiydim. Ufak detaylar kabusumdu. Yani beni tanımlayabilecek kelime yalnızca; takıntılı ve takıntılıydı.

Aynada son kez kendime baktım. Gri bir okul pantolonu ve lacivert bir lokos giymiştim. Bu kıyafetler yeni okulumun kıyafetleriydi. Bıkkınca nefesimi verip ellerimle kısa saçlarımı ve anlıma dağılmış olan kâküllerimi düzelterek odamdan çıktım. Kendimi kötü hissediyordum çünkü iyi hissetmek için hiçbir sebebim yoktu. Yeni bir şehir, yeni okul, hepsi yabancıydı. Bir şeye alışmak zaten bir hayli zorken bu benim için iki katı fazlaydı. Stres hayatımın başrolüydü.

Mutfağa geldiğimde annemi masada otururken, babamı ise çayları koyarken gördüm. Çoğunlukla yemekleri babam hazırlarken bundan oldukça memnundum çünkü annem işin içine girdiğinde çorbaya tuz yerine şeker atabiliyordu. Bu kesinlikle abartı değildi.
"Günaydın." diyerek masada yerime oturduğumda annem ve babamda bana aynı şekilde karşılık verdi. Onların yanında olabildiğince somurtmamaya çalışıyordum. Babam çayımı önüme koyduğunda aklıma dün sabah çayı yanlışlıkla döktüğüm geldi, neredeyse annemin üzerine dökülecekti. Dudaklarımı dişlerken çaya uzandığım elimi almadan geri çektim.

"Mina," dedi karşımda oturan annem. Hissiz bakışlarım ona kayarken hafifçe tebessüm etmeye çalıştım. "Efendim anne?" dedim bana uzattığı ekmek üstü reçeli alırken. Benim için endişelendiğinin farkındaydım. Lise son sınıf öğrencisiydim ve yakında üniversite sınavına girecektim. "Bugün baban seni okula bırakacak." Hafifçe kafamı sallayarak onu onayladım. Okuluma ilk defa gideceğim için yolu bilmiyordum ve eğer ki tek başıma okulu bulmak gibi bir maceraya atılırsam büyük bir strese maruz kalırdım.

Çok geçmeden evden çıkmış ve arabada yerlerimizi almıştık. "Kemerini tak yeşilim." Hemen yanımda oturan babam beni uyardığında dediğine uyarak kemerimi taktım. Gözlerim yeşil renkte olduğu için bana yeşilim diye seslenirdi hep. "Baba," diye mırıldandım camdan dışarıyı izlerken. "Eğer bir gün yürümek yerine koşmayı tercih edersem ne olur?" Bu soruyu o kadar çok hissiz sormuştum ki babamın yeşil gözlerinin üzerimde olduğunu hissetmiş ama ona bakmamıştım.

"Eğer bir gün yürümek yerine koşmayı tercih edersen, basman gereken yeri atlamış olursun." Haklıydı, her zaman olduğu gibi babam bu konuda da haklıydı. Dudaklarıma ufak bir tebessüm yerleşirken camda olan gözlerimi ona çevirdim. "O zaman yürürsem tökezleyip düşmem. Her ne kadar bu yolu koşarak geçmek istesem de yürüyeceğim."

Araba durduğunda babam bana baktı ve benim gibi gülümsedi. "Ama şimdi koşabilirsin çünkü sanırım derse geç kaldın." Dudaklarım daha fazla kıvrılırken keyfimin aniden yerine gelmesi babamı da sevindirmişti. "O zaman ben koşayım." dedim arabadan inmeden önce, "Merak etme düşersem eğer yine kalkarım."

TAKINTISIZLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin