Kütüphaneden el ele çıktık. Şuan sevdiğim adamın elini tutuyordum. Birlikte kantine doğru ilerledik. Kantinde gözlerimi gezdirdim. Gördüğüm şeyle gülümsedim. Yüzümü Marcus'a çevirerek "Bak ordalar, hadi yanlarına gidelim." dedim. Bana gülümseyerek "Tamam, gidelim" dedi.
El ele masaya doğru ilerledik. Jack'in dikkatini çekmiş olmalıyız ki bakışları bize kaydı. Ağzına götürdüğü
kahveden bir yudum aldı. Birleşik olan ellerimizi görünce kahveyi ağzından püskürttü. Ben ise neden böyle birşey yaptığı için ona şaşkınca bakıyordum.
Yanlarına varınca Jack'e döndüm. "İyi misin?" diye sordum. Jack bir bize bir de birleşik olan ellerimize bakıyordu. Bir sorun vardı hissedebiliyordum. "Bir sorun mu var?" diye sordum. Kafamı Marcus'a çevirdiğimde Jack'e nefret ve ateş saçan gözlerle bakıyordu. Neler oluyordu anlamıyordum.
Marcus elimi bırakıp yüzünü sıvazladı. "Jack, Brandon konuşmalıyız." dedi. Jack hızlıca ayağa kalktı ve Marcus'a nefretle bakmaya başladı. Marcus'un yüzüne tıslarcasına "Yazık!" dedi ve kantinden çıkıp gitti. Brandon ve Marcus hemen arkasından gitti. Jack neden böyle davrandı anlamıyordum. Peki söylediği söz? 'yazık' demişti ama neden?
-MARCUS-
Brandon ile, Jack'in arkasından gitmiştik. Bana çok kızgındı ama elimden birşey gelmez. Ben dediğimi yapardım!
Odamıza gelince Brandon ile içeri girdik. Jack sinirden ellerini saçlarına geçiriyordu. Beni görünce üzerime yürüdü ama bana vuramazdı.
"Sen neden o adamı dinledin? Neden?! Ya yalan söylüyorsa!? Marcus böyle birşey yapmaman gerekiyordu!"
dedi bağırarak.
"O adam dediğin benim babam Jack! Ve babam haklı, ben intikamımı alacağım!" dedim bende aynı şekilde bağırarak.
"Yanlış yapıyorsun Marcus, o kız masum!" dedi. Biliyordum masum, ama onun annesi benim annemi öldürdüğü gerçeğini değiştirmiyordu.
"Ben kararımı verdim! Siz de hiçbirşey söylemeyeceksiniz!" dedim. Jack 'hayır' anlamında başını sağladı.
"Hayır Marcus, bunu o kıza yaşatmana izin vermeyeceğim!" dedi. Ah sende kim oluyorsun!
"Bana bak Jack, eğer yakında büyükannenin ölüm haberini almanı istemiyorsan işime karışmazsın!" dedim. Evet yapardım öldürürdüm. Zamanında çok yapmıştım.
Jack yüzüme iğrenircesine baktı. "Sen yaşamayı haketmiyorsun! Adi herif!" dedi bağırarak.
Ona biraz daha yaklaştım ve yüzüne tıslarcasına "Haddini bil Jack! Burda kalıyorsan benim sayemde!" dedim.
"Biliyorum ve artık kalmayacağım! Gidiyorum ben!" dedi. Dolabın üstünde ki valizini aldı ve eşyalarını doldurmaya başladı. Cehenneme kadar yolun var!
Brandon onu durdurmaya çalıştı ama durmadı. Giderse gitsin! Kafamı Brandon'a çevirdim. "Sende gidecek misin?" diye sordum. Bu sorum Jack'in dikkatini çekmiş olmalı ki işini bırakarak Brandon'a döndü.
Jack alayla gülerek "Evet Brandon, bunun gibi adi bir pisliğin yanında kalacak mısın?" diye sordu Jack.
Her ne kadar bana hakaret etmesine sinirlensemde fazla takmamaya çalıştım.
"Üzgünüm Jack, ama benim buradan başka kalacak yerim yok..." dedi Brandon başını eğerek. Jack gözündeki tüm hayal kırıklığını Brandon'a atarak, valizini aldı ve bana omuz attarak odadan çıktı.
...
Şuan bizimkilerle kantinde oturmuş kahve içiyorduk. Aldığım bir habere göre ise Jack yarım saat önce okuldan çıkış yapmıştı. Her ne kadar gitmesini istemesemde onu eninde sonunda göndermek zorunda kalacaktım. Çünkü yoluma hep taş koyacaktı. Biliyorudum.
"Marcus?" Marry'in sesiyle kafamı ona çevirdim. "Efendim?" dedim. "Birşey yok sadece çok dalgın görünüyordun" dedi. Ona içten bir gülümseme atmaya çalışarak kafamı tekrar yere eğdim.
Marry...
Ben Marry'e karşı tabiki de birşeyler hissediyordum ama o annemim katilini kızı. İlk başlarda bunu bilmiyordum. Gerçeği öğrendiğim zaman ise yıkılmıştım. Sonra kendime ve annemin ruhuna söz verdim. 'Sana yaşattıklarını bin katı onlara yaşatacağım..." diye. Planım ise çok basit, Marry kendime aşık edip onunla çıkmaya başlayacaktım. İlk kısım çok kolaydı. Marry zaten beni seviyordu. Bende bundan yaralanıp kütüphanede... olanları düşününce suratımda aptalca bir gülümseme oluştu. O anki hali çok güzeldi...
O bir melezdi. Umarım ona yapacağım şeyler sonra beni öldürmezdi. Tekrar planıma dönecek olursak, Marry ile biraz daha sevgili kaldıktan sonra bir akşam onunla beraber olacaktım. Ertesi sabah ise ona 'senin diğer kızlardan bir farkın yok, seninle işim bitti' diyerek onu bırakacaktım. Muhtemelen bu yaptığımdan sonra bu okulda kalmayacaktır. Ama başka çarem yok. Onun canını yakmalıydım.
Kafamı kaldırdığımda Marry karşıma oturmuş bana bakıyordu. Kafamı çevirdiğimde Jessica ve Brandon'un gittiğini gördüm.
"Nereye gittiler?" diye sordum. Marry omuz silkerek "Biraz yalnız kalacaklarmış..." dedi. Sanırım bana biraz kızgındı. Yanımda ki sandalyeyei işaret ederek "Yanıma gelsene" dedim. Kafasını sallayıp yanımda ki sandalyeye oturdu. Kolumu omzuna atarak onu göğsüme yatırdım. Derin bir nefes alarak "Jack ile neden kavga ettiniz?" diye sordu.
"Özel meseleler, merak etme güzelim." dedim konuyu kapatmaya çalışarak. "Peki..." dedi o da.
Kazağımın kolunu açarak saate baktım. "Epey geç olmuş güzelim hadi seni odaya bırakayım." dedim.
"Tamam..." dedi göğsümden doğrularak.
...
Marry odaya bıraktıktan sonra kendi odama geldmiştim. Brandon karşıma geçmiş bana birşeyler sormaya hazırlanıyordu. Ne soracağını bulmuş gibi gözlerime baktı. "Planın ne?" diye sordu bütün soğuk kanlılığıyla.
"Onunla beraber olacağım ve onu bırakıp gideceğim..." dedim. Neden bunları söylerken sol göğsüm sızlamıştı?
"Marcus, bu yaptığın çok ağır biliyorsun diy mi? Halbuki Marry'nin suçu yokken!" dedi sonlara doğru sesini sertleştirerek. "Bak Brandon, benim annem öldü hemde onun annesi yüzünden! Sakın yoluma çıkayım deme çünkü ben bunu yapacağım!" dedim ve yatağıma yattım.
Kendimden emindim ve bunu yapacaktım!
Onu her ne kadar istemesemde üzecektim...
Yorum ve Oy...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
❃Tek Melez
Fantasy-TAMAMLANDI- !+18 kısımlar vardır. Rahatsız olanlar okumsın! !Fazla küfür kullanılmıştır! #fantastik Farklı bir diyarda sadece tek özel bir melez... Ondan intikam almak isteyen daha sonra tek meleze deliler gibi aşık olan özel bir safkan... Annesi...